4 Mayıs 1937 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından alınan kararla başlatılan Dêrsim Harekâtı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde devlet eliyle gerçekleştirilen en ağır şiddet eylemlerinden biri olarak değerlendirilir. 1938 yılı sonlarına kadar süren askeri operasyonlar neticesinde, yaklaşık 19 bin insan öldürülmüş, 100 bine yakın kişi ise sürgün edilmiş; bölgenin sosyal dokusu, inanç yapısı ve kültürel hafızası büyük ölçüde tahrip edilmiştir.
Dersim, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan özerk yapısıyla, Alevi inancı ve Kürt-Zaza diliyle merkezî otorite tarafından uzun yıllar boyunca “öteki” olarak görülmüştür. 1935 yılında çıkarılan “Tunceli Kanunu” ve devamında oluşturulan “Dördüncü Umum Müfettişlik” bölgesi, bölgeyi sivil hukuk sisteminin dışına çıkararak, fiili bir askerî yönetim altına sokmuştur. Bu koşullar altında uygulanan harekât, devletin inkâr ve asimilasyon politikalarının bir zirve noktasıdır. Uluslararası akademik çevrelerde bu süreç, kimliğe yönelmiş sistematik yok etme pratikleri nedeniyle “soykırım” tanımı çerçevesinde ele alınmaktadır.
Devletin bu vahşetle yüzleşmesi uzun yıllar boyunca mümkün olmamış; olaylar resmi tarihte “isyancıların bastırılması” şeklinde meşrulaştırılmıştır. Ancak hafızalar bastırıldıkça daha dirençli hâle gelir. 23 Kasım 2011’de dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, “Eğer devlet adına özür dilenecekse, böyle bir literatür varsa ben özür dilerim, diliyorum” diyerek, devlet düzeyinde ilk kez bu katliama atıf yapmış ve özür dilemiştir. Bu beyan, sembolik açıdan önemli bir eşik olarak kabul edilmekle birlikte, özrün toplumsal ve yapısal sonuçlar doğuracak biçimde derinleştirilmediği, mağdurların anısını yaşatacak somut adımların atılmadığı görülmektedir.
Kolektif bellekte derin bir yara olarak yer eden bu süreç, Kürt halkının kuşaktan kuşağa aktardığı bir atasözünde ifadesini bulur: “Dijmînê bavê nabe dostê kur” – “Babanın düşmanı oğluna dost olmaz.” Bu söz, yalnızca bir tarihi yorum değil, aynı zamanda travmanın kuşaklar arası aktarımını gösteren kültürel bir göstergedir. Cumhuriyetin kurucu kadrosunun ve özellikle Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) uyguladığı politikalar, Kürt meselesinin kurumsallaşmasına ve devlet-toplum ilişkilerinin derinleşen krizine yol açmıştır. Koçgiri, Şeyh Said, Zîlan ve Dersim gibi olaylar bu politikanın ürünüdür.
İronik bir biçimde, geçmişte Kürt halkının varlığını inkâr eden ve bastıran CHP ile, Kürt sorununu araçsallaştırarak meşruiyet alanı kurmaya çalışan HDP-PKK çizgisi, günümüzde aynı zeminde buluşmuş, aynı siyasal koroda yer almıştır. Bu durum, tarihsel travmalarla yüzleşmeksizin kurulan politik ittifakların hem ahlaki hem de tarihsel açıdan ne kadar sorunlu olduğunu göstermektedir.
Bu bağlamda, kolektif belleğin onarılması yalnızca mağdurların ruhuna saygı göstermekle sınırlı değildir; aynı zamanda demokratik bir toplumun inşası için de gereklidir. Elazığ’daki Buğday Meydanı’nın, Dersim Katliamı’nda idam edilen Seyid Rıza ve arkadaşlarının anısına “Dersim Meydanı” olarak yeniden adlandırılması yönünde yapılan çağrılar, sembolik adaletin bir parçasıdır. Bu tür girişimler, sadece sembolleri dönüştürmekle kalmayacak; aynı zamanda yeni bir toplumsal hafıza inşasının önünü açacaktır.
Dünyada benzer acıların yaşandığı coğrafyalarda, geçmişle yüzleşme süreci kamusal politikaların merkezine alınmıştır. Almanya, Nazi dönemine ait hiçbir anıta kamusal alanlarda yer vermemiş, Holokost’un faillerine yönelik kamusal yüceltmeleri yasaklamış ve geçmişle hesaplaşmayı kurumsallaştırmıştır. İsrail’de Holokost’un sorumlularını simgeleyen herhangi bir yapı veya anıt bulunmaz. Bu ülkelerdeki tutumlar, travma sonrası adaletin nasıl inşa edilebileceğine dair güçlü örnekler sunar.
Türkiye’de ise hâlâ Dersim Katliamı’nın mimarları kamusal alanlarda heykellerle, okul ve sokak adlarıyla temsil edilmekte; bu durum yalnızca mağdurların torunlarının yaralarını derinleştirmekle kalmamakta, aynı zamanda toplumsal adaletin önünü tıkamaktadır. Türkiye, geçmişiyle sahici ve çok yönlü bir yüzleşme gerçekleştirmediği sürece, demokratikleşme süreci eksik ve kırılgan kalacaktır. Dersim için yapılacak her onarıcı adım, yalnızca bir geçmiş muhasebesi değil, aynı zamanda bir gelecek inşası olacaktır.
—
Kaynakça
Hans-Lukas Kieser, “Dersim 1937-38: Modernleşme ve Toplu Şiddet”, Journal of Genocide Research, 2011.
Martin van Bruinessen, “Kürdistan’da Soykırım mı? Dersim 1937-38 Olayları Üzerine”, George J. Andreopoulos (ed.), Soykırım: Kavramsal ve Tarihsel Boyutlar, 1994.
David Bloxham, Soykırım Oyunu: İmparatorluk, Ulusçuluk ve Osmanlı Ermenilerinin Yok Edilişi, Oxford University Press, 2005.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği (İHD), Dersim Raporları, 1999–2011.
Uluslararası Soykırım Araştırmaları Derneği (International Association of Genocide Scholars) açıklamaları.
Birleşik Devletler Holokost Anı Müzesi (United States Holocaust Memorial Museum) kayıtları.