Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş süreci, yalnızca bir devlet inşası değil, aynı zamanda homojen bir ulus yaratma projesi olarak şekillenmiştir. Bu süreçte, özellikle Balkanlar ve Kafkaslardan gelen halklar, ulusal homojenleşmenin birer aracı haline getirilmiş; öz kültürel hafızalarından koparılmış ve “Türk” kimliği etrafında yeniden tanımlanmışlardır. Bu devşirme kimlik yapısı, sadece bireysel yabancılaşmaya yol açmakla kalmamış, aynı zamanda birlikte yaşadıkları başta Kürtler olmak üzere diğer kadim halklara karşı ideolojik ve siyasal bir mesafe doğurmuştur.
Ulus-devlet inşası sürecinde, etnik çeşitliliğin bastırılması ve tek tip bir ulusal kimliğin dayatılması, birçok toplumda olduğu gibi Türkiye’de de etnik gerilimlere ve kimlik çatışmalarına yol açmıştır. Bu bağlamda, Türk kimliği etrafında şekillenen vatandaşlık anlayışı, diğer etnik kimliklerin tanınmasını engellemiş ve bu kimliklerin kamusal alanda görünürlüğünü azaltmıştır.
Kürt halkı, bu asimilasyoncu politikaların en çok etkilediği gruplardan biri olmuştur. Kürt kimliği, resmi ideoloji tarafından uzun süre inkâr edilmiş ve Kürtler, “dağ Türkleri” gibi tanımlamalarla kimliksizleştirilmiştir. Bu durum, Kürtlerin kendi kimliklerini koruma ve tanıtma çabalarını daha da zorlaştırmıştır.
Öte yandan, Kürt halkı içinde de devletin kültürel hegemonya araçlarıyla şekillendirilmiş, “uyduruk demokratik Türkiye” hayaliyle büyütülen bir kesim ortaya çıkmıştır. Bu kesim, sistemin yarattığı ‘Xopocu’ zihniyeti temsil eder. Bu zihniyet, ulusal özne olmaktan uzak, kendini inkâr eden ve Kürt halkının tarihsel mücadelesini erteleyen bir söylem üretmektedir. Oysa ki Kürtler, sadece kültürel haklar veya bireysel özgürlüklerle yetinmeyecek; tarihsel bir halk olarak kendi kaderini tayin etme hakkını kullanma aşamasına gelmiştir.
Toplumsal barışın tesis edilebilmesi için öncelikle, devşirme kimliklerin bu yapay üst kimlikten sıyrılması ve birlikte yaşadıkları halklara eşitlik temelinde yaklaşmaları gereklidir. Bunun yanı sıra Kürt halkının da kendi içinde ulusal birlik ve ortak refleks geliştirmesi elzemdir. Bu birlik, ideolojik bağlılıklardan ve romantik ütopyalardan ziyade, ulusal sembollere, tarihsel gerçekliğe ve siyasal kararlılığa dayanmalıdır.
Ulusal uyanış, ancak kendi tarihini tanımak ve bu tarihsel hakikate sahip çıkmakla mümkündür. Ulusal sembollerin, bayrağın, dilin, kurumların ve kolektif hafızanın yeniden canlandırılması; Kürt halkını hakikatin tarafı haline getirecek olan yegâne yoldur. “Demokratik Türkiye” gibi içi boş ve tarihsel olarak karşılığı olmayan öneriler, Kürt halkını daha da oyalamakta ve ulusal iradenin ete kemiğe bürünmesini geciktirmektedir.
Türkiye’de barış ve birlikte yaşam, ancak öz kimliklerin tanınması ve halkların kendi kaderlerini tayin edebilme hakkının evrensel hukuk temelinde kabul edilmesiyle sağlanabilir. Devletleşme, Kürtler için yalnızca bir hak değil, aynı zamanda tarihsel bir zorunluluktur. Zira özgürlük, sadece reddedilen bir kimliğin tanınmasıyla değil, o kimliğin kurumsal ve siyasal egemenliğe kavuşmasıyla mümkündür.
Hüsamettin TURAN