Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu temel insan hakları belgeleri, bireylerin etnik ve kültürel kimliklerini barışçıl yollarla ifade etme haklarını teminat altına almaktadır. Bu haklar, ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ile kültürel aidiyetin dışavurumunu içeren kolektif hakları da kapsamaktadır. Ancak son yıllarda Türkiye’de özellikle Kürt kimliğini ifade eden bireylerin semboller aracılığıyla kamusal alanda varlık göstermeleri, sistematik biçimde cezai yaptırımlara konu edilmekte ve kriminalize edilmektedir
2025 yılı Doğubayazıt Newroz kutlamasında, Bağımsız Gençlik Platformu (Platforma Ciwanên Serbixwe – PCS) Sözcüsü Ferid Azad’ın, Kürdistan Bayrağı’nı taşıdığı gerekçesiyle gözaltına alınıp tutuklanması, hukukun evrensel ilkeleriyle açıkça çelişmektedir. Aynı biçimde, benzeri bir gerekçeyle tutuklanan Ali Ceven’in durumu da, ifade özgürlüğünün ve barışçıl toplanma hakkının ihlal edildiğini göstermektedir. Her iki tutuklama da, yalnızca bireylerin değil, kolektif kültürel kimliğin cezalandırılmasına yönelik sistematik bir pratik olarak değerlendirilebilir.
Bu tür hukuksuzlukların tarihsel kökenleri Türkiye’nin geçmişte uyguladığı tekçi politikalara dayanmaktadır. Özellikle Kürtlerin kimliklerini ifade etme, anadillerini kullanma ve kendi kültürel sembollerini taşıma hakkı, uzun yıllar boyunca yasaklanmış ve baskı altına alınmıştır. Bu tür baskılar, geçmişteki tekçi uygulamaların ve kültürel baskıların bir yansımasıdır. Ferid Azad’ın Kürtçe yasaklarına itirazı, Kürtlerin ortak sembollerini kullanması ve anadilinde eğitim talep etmesi, bu tarihsel bağlamda büyük önem taşımaktadır. Azad’ın sivil ve demokratik bir dille bu taleplerini dile getirmesi, bu sürecin içsel bir iyileşme ve toplumun travmalarından kurtulma arayışının dışavurumudur. Onun bu tutumu, her birey tarafından görülmeli ve tartışılmalıdır
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bu tür durumlarda devlet müdahalesinin meşruiyetini sorgulayan birçok karara imza atmıştır. Özellikle Fáber v. Hungary ve Stankov and the United Macedonian Organisation Ilinden v. Bulgaria davalarında, kamu düzeni gerekçesiyle semboller üzerinde uygulanan yasakların ancak “açık ve yakın bir tehlike” koşulu taşıması halinde meşru olabileceği belirtilmiştir. Oysa Kürdistan Bayrağı’nın, Türkiye Cumhuriyeti yetkililerince resmî ziyaretlerde kullanılması, bu sembolün suç unsuru olarak değerlendirilmesindeki çelişkiyi gözler önüne sermektedir.
Kürt kültürel sembollerine yönelik bu tür baskılar, UNESCO’nun “Kültürel Çeşitlilik Evrensel Bildirgesi”ndeki kültürel çoğulculuk ve azınlıkların ifade hakkı ilkelerine aykırıdır. Ayrıca Avrupa Konseyi’nin “Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi” de azınlık halkların semboller, dil ve kültür yoluyla kendilerini ifade etmelerini koruma altına alır.
Bu bağlamda, bölge barolarının sessizliği, yalnızca bireysel mesleki sorumluluklarını değil, aynı zamanda toplumsal düzeyde adalet arayışını da zayıflatan bir durumdur. Türkiye Barolar Birliği’nin kendi bildirilerinde de yer verdiği üzere, barolar yalnızca meslek mensuplarını korumakla değil, aynı zamanda “hukukun üstünlüğünü savunmakla” da yükümlüdür. Ancak bu tür politik tutuklamalar karşısında baroların sessiz kalması, hukuk devletine olan güveni derinden sarsmaktadır.
Kürt bireylerin kültürel kimliklerine ait sembollerle görünürlük kazandığı her alanın sistematik biçimde bastırılması, yalnızca ifade özgürlüğünü ihlal etmekle kalmayıp, toplumsal barışı da zedelemektedir. Birleşmiş Milletler Azınlık Hakları Özel Raportörü’nün 2019 tarihli raporu da, devletlerin azınlık halkların sembollerine yönelik kriminalize edici yaklaşımlarının “ayrımcılığı meşrulaştırdığı ve barışçıl bir toplumun gelişimini engellediği”ni açıkça ortaya koymuştur.
Ferid Azad’ın tutuklanması, anti-demokratik bir uygulamadır ve bu tür bir keyfi müdahale, yalnızca bireyin haklarını ihlal etmekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal düzeni de tehdit eder. Ferid Azad ve benzeri kişilerin sivil demokratik haklarını ifade etme hakkı, toplumda travmaların dışavurumu olarak görülmeli ve ciddiyetle tartışılmalıdır. Türkiye’deki tüm hukuk kurumları, barolar başta olmak üzere, bu tür tutuklamaları ve keyfi uygulamaları açıkça kınamalıdır. Ferid Azad’ın sesini duyurması ve daha fazla kişinin sesinin duyulması, bu sürecin iyileşmesi için önemli bir adımdır. Bu tür bir anlayışa sahip olanların çoğalması, toplumsal barışın inşasına katkı sağlayacaktır.
Hüsamettin TURAN