Devlet Açılımı Ve Kürdlerin Açmazları

Devlet Açılımı Ve Kürdlerin Açmazları

Toplumsal evrimin belli aşamalarında devlet(ler), belli düzenlemeler, reformlar, açılımlar yapmak zorundadır. Bu açılımlar egemenler tarafından bir “lütuf” olarak halka sunulur genel olarak.

Devlet tarafından yapılan her açılımda esas amaç devletin varlığını güvenceye almaktır.

Belli dönemlerde sıkışan ve çaresiz kalan devlet, egemenlik haklarına kısmen sınırlamalar getirmek zorunda kalır.

Hiçbir devlet, mevcut yapısı tehdit edilmeden ve egemenliğini tümden kaybetme tehlikesini sezmeden gönüllü olarak kendi alanını sınırlamaz; ya da ezilen halklara, sınıflara belli haklar vermez. Aksi bir tutum devletin doğasına aykırıdır zaten.

Son iki-üç ayda yoğun olarak tartışılan ‘açılım-süreç-çözüm’ veya adına derseniz deyin sağlıklı değerlendirebilmek için devletin yapısı/doğası dikkate alınmak zorundadır.

Kiminin ‘Kürd açılımı’ kimininse ‘demokratik açılım’ dediği girişim; esas olarak, Ortadoğu’da olası jeopolitik bir kırılma ihtimaline karşı devletin proaktif bir müdahale cephesini oluşturmak, iç dinamiklerin etkisiyle tıkanan, nefessiz kalma riskiyle karşı karşıya kalacak devletin ‘derin bir nefes alarak ömrünü uzatma’ hatta Türkiye’nin daha da büyüme ihtimalini de içeren bir girişimidir.

Devlet sıkıştıkça egemenliğini sınırlamak ve yetkilerini söz/hak sahibi olmayan kesimlerle paylaşmak zorundadır.

Bu zorunluluklar demokrasinin gelişmesi ve insan haklarının güvence altına alınmasına doğru giden yolda ezilenler-sömürülenler açısından küçük küçük kazanımlardır.

Devletin, Alt-Birim(ler)i üzerinden sürüme soktuğu açılım söylemleri/niyeti, nihai amaçtan çok uzak olsa da Kürdler ve ezilen tüm kesimler açısından ‘karşı durulmaması’ gereken bir özelliğe de sahiptir.

‘Beklentilere cevap vermiyor’, ‘Devletin uzun vadeli egemenlik/sömürü ilişkilerini pekiştirmeye yöneliktir’, ‘Devlet samimi değildir’ tespitleri doğru olmasına karşın bu gerekçelerden dolayı açılımlara karşı durmak, engellemek, sabote etmek demokrasiden ve özgürlüklerden yana olanların işi olmamalıdır.

Ancak bu destek, devlet politikalarını onaylamak, verilenle yetinmek, devletin meşruiyetini kabullenmek veya Kürd sorununu çözmüş/çözecek gibi yansıtmak şeklinde olmamalı ve ulusal-demokratik haklar bu açılımlarda pazarlık konusu yapılmamalıdır.

Barındırdığı eksikliklere ve savaş tacirlerinin tüm engellemelerine rağmen ‘sorun’un tartışılması noktasında gösterilen kararlılık umut vericidir.

Bu umut, atılacak adımların yeterliliğinden veya Kürdlerin ulusal içerikli taleplerinin karşılanacağından kaynaklanmıyor. Umut, kandan beslenen karanlık güçlerin ‘eylem yapma/yaptırma, kitleleri sokağa dökme/döktürme, halkları karşı karşıya getirterek iki tarafta da iktidarı güçlendirip alternatifsizleştirme’ noktasında belirleyici tek güç olma konumunu yitirmiş olmasından kaynaklanıyor.

Kemalist ideolojiden beslenen karanlık güçlerin güç kaybetmesi ve giderek etkisizleşmesi, Kürd sorununun çözümü ve Batı normlarında bir demokrasinin inşası için yeterli değildir; ama hem Kürd sorununun çözümü hem de demokratikleşme için zorunlu bir ilk adımdır.

Karanlık güçlerin etkisizleşmesine yönelik her adım, kimden geldiğine ve hangi niyetle atıldığına bakılmaksızın olumlu bir gelişme olarak görülmelidir.

Bu adımları destekleme noktasında tereddütler yaşanması anlaşılırdır. Ancak, ‘ya hep ya hiç’ dayatmasıyla söz konusu adımlara karşı çıkmak ne demokrasi güçlerinin ne de Kürdlerin yararınadır. Böyle bir tutum olsa olsa statükocuların değişime daha çok direnmesine ve danışıklı, çirkin savaşlarına devam etmesine katkı sunar ancak.

Atılacak adımlarla yetinmemek ve nihai amaç olarak bağımsızlığı savunmak, küçük de olsa atılacak adımlara direnç göstermenin gerekçesi yapılamaz/yapılmamalıdır. Bu noktada herkesin ‘hangi tutum kime hizmet eder’ muhasebesini daha dikkatli yapması gerekiyor.

Kürdlerin de tıpkı diğer halklar gibi doğal hakları vardır. Bu haklar, hiç kimsenin, hiçbir kurumun başkalarıyla görüşmesinde, uzlaşma çabalarında pazarlık konusu yapılamaz ve feragat edilemez.

Kim kiminle ne tür bir anlaşma yaparsa yapsın, ‘Bağımsız Kürdistan doğal hakkımızdır’ önermesi geçerliliğini koruyacaktır ve bu hak istenildiğinde (koşullar olgunlaştığında) kullanılacaktır. Bu nedenle, bağımsızlık hakkı saklı tutulduğu sürece, atılacak adımlardan korkmak gerekmediği gibi karşı durmak da gerekmiyor.

Çelişkili, tutarsız ve birbiriyle bağlantısı olmayan söylemleri olsa da Öcalan, Kemalist/devletçi duruşunda istikrarlı davranmaktadır. Bu istikrarlı ve kararlı duruşu algılamayanlara/algılamak istemeyenlere Öcalan, herkesin anlayabileceği açıklıkta, belki de anlaşılmamanın verdiği öfkeyle ‘Kürdlerin sorunu ulusal değildir’ babında açık ve net bir açıklama yapma gereği duydu.

Kabul etmek zorundayız ki Kürdler arasında ‘amacı, hizmet ettiği ideoloji, çözmek iste(me)diği sorun noktasında’ kafa karışıklığını en az yaşayan Öcalan’dır.

Öcalan’ı her olumsuzluğun tek sebebi, yeni bir anlayış olarak ortaya çıkmanın yegâne engelleyicisi olarak gören Kürd politik aktörlerinin düşünsel anlamda Öcalan kadar net olmamaları düşündürücüdür. Öcalan ve anlayışının bu kadar etkili, tahripkâr olmasında PKK dışında kalan politik çevrelerin rolü son gelişmelerle daha net görülmeye başlandı.

Devletin yeni hamlesine karşı takındıkları tutum ve sergiledikleri dağınık görüntüyle, PKK dışında kalan Kürdlerin, şimdiye kadar sağlıklı bir alternatif geliştirme noktasında neden başarılı olamadıkları daha net görülebiliyor.

Kırk yıllık argümanları aşmak ve biraz inceltilmiş olsa da hala genel çıkarların önceliğini engelleyecek kadar kendisini dayatan hastalıklarla hesaplaşmak zorundayız artık. Dahası, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki değişimleri görmek ve sürece uygun davranmak zorundayız.

Sanki yönetilmeyi bekleyen bir kitle varmış gibi, yönetmeye aday insanları (ki bu konuda aday sıkıntısı yaşanmıyor) bir araya getirmenin ‘alternatif’ olmak için yeterli olacağı anlayışı geçmişten devralınan bir hastalığın göstergesidir. Bu hastalık, yönetme-yönetilme ilişkisini doğru kavrayamamaktan kaynaklanıyor.

Bir işi, bir organizasyonu yönetmek ile insanları yönetmek farklı şeylerdir. İnsanları yönetmeyi amaç edinenlerin şişirilmiş egoları her türlü ortak amacın önüne geçer. Bu anlayış, başarı ve başarısızlığı lider kültüne bağladığı için ‘yeni lider’ arayışına öncelik verir. Yeni lider arayışı, yeni diktatörler yaratmayı potansiyel olarak içinde barındırır.

Unutulmamalıdır ki, yönetilmeyi kabullenme nasıl ki kişilik/ahlak açısından bir zafiyetin göstergesiyse, yönetme amacı da aynı şekilde bir zafiyetin göstergesidir.

Sağlıklı bir alternatif, yönetme ve yönetilme karşıtlığını aşmış, (önde veya arkada değil) birlikte yürümeyi sindirebilmiş özgür bireylerin bir aradalığıyla olanaklı olur ancak.

PKK ve Öcalan dışında kalan Kürd muhalefeti, yönetme hastalığından arınmadığı sürece demokratik bir alternatif geliştiremeyeceği gibi Öcalan anlayışının varlığını sürdürmesine, gücünü korumasına da hizmet etmekten kurtulmayacaktır.

Kürd muhalefetinin en temel konularda bile bir araya gelememesinin sorumluluğunu Öcalan’a veya devlete yüklemenin altında yatan en önemli etkenlerden biri, kendimizle yüzleşip handikaplarımızı görme korkusudur. Bu korku aşılmadan yeni ve sağlıklı bir alternatiften, umuttan söz edemeyiz.

Öcalan, kendisi hakkında gelecekte tarihin karar vermesine fırsat vermeden ait olduğu yeri çok net olarak gösterdi. PKK dışında kalan Kürd muhalefeti de kendisiyle yüzleşip hastalıklarını tedavi etmezse, genel çıkarları bireysel/örgütsel çıkarların üstünde tutmazsa ve birlikte yürümeyi beceremezse Öcalan’ın bulunduğu yerden çok ta farklı bir yer edinme şansına sahip olamayacaktır.

Süleyman Akkoyun

Diğer Haberler