Başta Amerika olmak üzere dünyayı, özellikle de Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeye çalışan güçlerin göz ardı edemeyeceği dinamiklerden/aktörlerden biri de Kürdlerdir artık.
Irak’ın işgali ve sonrasında yaşanan gelişmeler Kürdlerin beklentilerine yeteri kadar cevap olmasa da, Güney Kürdistan Hükümetinin uygulamaları, Demokrasi deneyiminin (Ortadoğu ülkeleri baz alındığında) görece başarısı, izlenen barışçıl politikalar, ve jeopolitik konum Kürdlerin Ortadoğu’da önemli bir güç haline gelmesindeki belli başlı etkenlerdir.
Kürdlerin elde ettiği konumu engellemek için, dördüncü ayağı Saddam’ı kaybeden ‘üçlü çete’ (Türkiye, Suriye ve İran) tüm olanaklarını seferber etmesine karşın başarılı olamadı. Başarısızlık ve Batı’nın çıkarları gereği dayatması, başta Türkiye olmak üzere sömürgeci devletlerin Kürdlere yaklaşımını değiştirdi. Daha doğrusu yaklaşımlarını değiştirmek zorunda kaldılar.
Neden ne olursa olsun Türkiye’nin genel anlamda Kürdlere dair “yapıcı” bir yaklaşım içine girmesi olumlu bir gelişmedir. Bu politika değişikliğini Türkiye’nin iyi niyetine bağlamak saflıktır kuşkusuz. Ama değişimin kaynağı zorunluluk olsa da bu yeni yaklaşımı görmemek, önemsememek de Kürdistan halkının yararına değildir.
Türkiye’nin Güney Kürdistan ile ilişki geliştirmesini Kürdlerin bir kazanımı olarak değerlendirmek gerekiyor. Aynı şekilde Kuzey Kürdistan’da da geçmişe göre daha esnek bir politika izleyen Türkiye’nin bu yaklaşımı, ‘inkârın inkârı’ olarak okunmalı. İnkârın inkârı, yüz yıllık bir mücadelenin kazanımı olduğu gibi yüz yıllık bir politikanın da iflasıdır.
İflas eden bir politika yerine yeni ve görece daha esnek bir politikayı yürürlüğe koymak sömürgecilerin genel bir tutumudur; klasik sömürgecilikten yeni tip sömürgeciliğe geçilmesinde olduğu gibi. Türkiye de bu genel tutumun gereğini yapıyor sadece. Bu yeni tutum şiddet politikalarının etkisini azaltacağı gibi demokratik zeminde mücadele etme koşullarını da yaratabilecektir. Ancak, Türkiye’nin esnek yaklaşımına fazla anlam yüklememek gerekiyor. Nihayetinde sömürgeci emellerinden vazgeçmiş değildir ve gönüllü olarak hiçbir zaman da vazgeçmeyecektir. Yapılması gereken şey, yeni politikalara karşılık yeni mücadele biçimlerini geliştirmek olmalıdır.
PKK’ye rağmen Güneybatı’da (Rojava) da Kürdler lehine olumlu gelişmelere gebe bir süreç yaşandığını söylemek mümkündür. Dünyada saygınlığı olan ve çok geniş bir diplomasi ağını kullanma potansiyeline sahip Güney Kürdistan yönetiminin değişim sinyali veren Güneybatı ile yeniden ilişkilenmesi ile PKK’nin silahsızlandırılması olasılığının belirmesi önemli gelişmelerdir. Gerillayı ve tabanı rencide etmeyecek, dahası Kürd halkı tarafından onların sahiplenilmesini sağlayacak projeler/politikalar üretmek ve yürürlüğe koymak şartıyla PKK’nin silahsızlandırılması/tasfiyesi olumlu bir sürecin başlangıcı olacaktır.
Tabanı sahiplenmek ile Öcalan ve anlayışına meşruiyet kazandırmak çok farklı şeylerdir. Bu noktada kafaların karışık olduğu görülüyor. Tabanı/gerillayı sahiplenmenin yolu onların, Öcalan ve ‘cumhuriyetin demokratikleştirilmesi’ için ölmelerine engel olmaktan geçiyor. Bunun için en doğru ve dolaysız yol, Öcalan ve anlayışını teşhir/mahkûm etmektir.
Öcalan ve PKK’sının çirkin ilişkileri ortaya çıkmaya başlanmışken, ulusal-demokratik taleplere öncelik veren yeni anlayışlar (cılız da olsa) varlık kazanmaya başlamışken, birileri, adeta başa döndürmek için düğmeye basmış gibi görünüyor.
Öcalan’ı yeniden keşfetme çabasına girenlerin amacı, yeni bir makyaj ve yeni bir rol ile Öcalan’ı yeniden piyasaya sürmektir. Bu işin mimarlığını üstlenenler; son otuz yıllık tahribatı unutturmaya, dahası yaşanan bunca tahribatı bir kazanımmış gibi sunmaya çalışırken, duygu sömürüsü başta olmak üzere her yola başvurmaktadır.
Geçmişte Öcalan ve anlayışına karşı gerekeni yapmayanlar bu gün yaşanan olumsuzluklarda pay sahibidirler. Bu gün gereken tutumu yine sergileyemezlerse, gelecekte yaşanacak tahribatlarda/ihanetlerde daha çok pay sahibi olacaklardır. Üstelik bu defa ‘hata’, ‘yanışlık’, ‘görememe’ gibi basit sözcüklerle geçiştiremeyeceklerdir. Bunun adı suç ortaklığı olacaktır.
Şiddetin son bulması, gençlerin amaçladıklarından farklı hatta karşıt anlayışlar için ölmemesi hepimizin arzusudur kuşkusuz. Bunun sağlanması için Öcalan dahil kiminle görüşülürse görüşülsün ve muhatap alınırsa alınsın halkın yararına bir gelişme olacaktır; buna aklı başında, duyarlı kimsenin itiraz edeceği yok.
Ancak, ne devletin ne de başka birilerinin Kürdistan halkına “lider” ısmarlama, ikinci bir ihanet anlayışını benimsetme ve Öcalan’a makyaj yapıp tekrar piyasaya sürmesine fırsat verilmemelidir.
Öcalan şahsında hayata geçirilen birinci ihanet projesinin yarattığı tahribatların etkisi olanca şiddetiyle kendisini hissettirirken ve bu sürecin bir envanteri çıkarılıp hesap vermesi gerekenler hala hesap vermemişken, ikinci bir ihanet projesine dolaylı/dolaysız katkı sunacak olanlar tarih önünde hesap vermekten ve mahkûm olmaktan kurtulamayacaklardır.
Süleyman Akkoyun