Kürt milleti, tarih boyunca bağımsızlık ve özgürlük için çeşitli mücadeleler vermiş, ancak siyasi liderlik konusundaki ayrılıklar ve çıkar çatışmaları bu süreci zorlaştıran temel etmenlerden biri olmuştur. Kürt siyasi liderlerinin farklı bölgesel ve ideolojik yaklaşımları, bazen ulusal çıkarların önüne geçebilmiştir. Bununla birlikte, bu liderlerin tutumlarını yapıcı bir şekilde ele alarak ve dünyadaki benzer hareketlerle karşılaştırarak Kürdistan’a giden yolu açık bir şekilde analiz etmek mümkündür.
Tarih boyunca, dünya üzerinde birçok ulus bağımsızlık mücadelesi vermiş ve farklı siyasi liderlerin stratejik yaklaşımları sayesinde bağımsızlık elde edilmiştir. Örneğin, Hindistan’ın bağımsızlık sürecinde Mahatma Gandhi’nin barışçıl direniş politikaları, Güney Afrika’daki Nelson Mandela’nın diplomatik müzakereleri ve Filistin hareketindeki liderlerin farklı yaklaşımları incelendiğinde, Kürt siyasi liderlerinin de bu tür deneyimlerden ders çıkarabileceği görülmektedir.
Kürt liderleri, tarihsel olarak farklı stratejiler benimsemiştir. Irak Kürdistan Bölgesi’nde Neçirvan Barzani ve Bafil Talabani, bölgesel ve uluslararası diplomasi yoluyla Kürtlerin haklarını güvence altına almaya çalışmış, Türkiye’deki siyasi hareketler de farklı metotlarla Kürt kimliğini ve haklarını savunmaya gayret etmiştir. Ancak, Kürt liderleri arasındaki stratejik birlik eksikliği, bu sürecin ilerlemesini zorlaştıran bir etken olmuştur. Buna rağmen, bu liderlerin çoğu, halkın çıkarlarını koruma amacıyla hareket etmiştir ve bölgesel denklemleri göz önünde bulundurarak Kürtlerin geleceğini şekillendirmeye çalışmıştır.
Rojava’da statü kazanma çabası, Kürt siyasetinin geleceğini belirleyen en önemli dinamiklerden biridir. Rojava’da Kürtlerin birlik içinde hareket etmesi ve statü talebini istikrarlı bir şekilde sürdürmesi, bölgesel güçlerin Kürtlerin kaderi üzerindeki etkisini azaltabilir. İmralı ve Kandil’in Kürtlerin kaderini belirleyen merkezler olmaktan çıkması, Rojava’nın meşru bir temsil gücüne kavuşmasını sağlayacaktır. Bu stratejik dönüşüm, yalnızca Rojava’da değil, Kuzey Kürdistan’da da önemli bir değişimi tetikleyecek, Kürtlerin bağımsız karar alma süreçlerini güçlendirecektir.
PKK ve DEM gibi oluşumların Kürtlerin siyasi temsilini ve bağımsız hak mücadelesini engellemek amacıyla kullanıldığına dair yaygın bir kanaat bulunmaktadır. Kürtler arasında birliğe zarar veren ve bağımsızlık yolunda bölünmelere sebep olan bu tür yapılar, halkın iradesinin önündeki en büyük engellerden biridir. Rojava’da Kürtlerin birlik olmasını sabote edenler ve Başur’da Kürtleri kamplaştıranlar, bölgeye yönelik dış müdahalelerin önünü açarak Kürtlerin haklarını gasp etmektedir. Türkiye, İran, Irak ve Suriye gibi bölgesel aktörler, Kürtler arasındaki iç çatışmaları kışkırtarak, Kürt halkının ulusal hedeflerine ulaşmasını engellemektedir.
PKK’nın geçmişte Saddam, Esad, İran yönetimleri ve Türkiye ile farklı dönemlerde işbirliği yapması, Kürt hareketinin dış güçler tarafından manipüle edilmesine olanak sağlamıştır. Kürtlerin dört ayrı devlette aynı anda soykırım politikalarına maruz bırakılması ve bu süreçte PKK gibi yapıların sömürgeci yönetimlerle işbirliği içinde olması, tarihsel ihanetler zincirinin bir parçası olarak görülmektedir. Kürtler, uluslararası arenada siyasi iradelerinin zayıf olması nedeniyle hem merhamet hem de küçümseme ile karşılanmaktadır. Kürt halkının ödemekte olduğu bedel, yalnızca kaybedilen canlarla değil, aynı zamanda siyasi iradenin gasp edilmesiyle de devam etmektedir.
Kıbrıs Türkleri 1983 yılında kendi devletlerini ilan ettiler ve halen Rumlar ile birleşme görüşmeleri sürmektedir. Rojava, nüfus olarak Kıbrıs Türklerinden 40 kat, kara alanı olarak da 20 kat daha büyüktür. Rojava parlamentosu toplanmalı ve bir devlet ilan etmelidir. Daha sonra Şam ile görüşmeler yapılabilir. Kürtler bu süreçte aldanmamalı ve kendi siyasi iradelerini güçlendirmelidirler. Rojava Kürtleri, Şam’daki rejime boyun eğmemeli, yüzyıl sonra gelen bu fırsatı kaçırmamalıdır. Bugün devlet olma fırsatı ellerindedir. Dünyanın Kürtleri bir devlet olarak tanımasını sağlamak için harekete geçmeli, toprakları, ordusu ve ekonomisi ile bağımsız bir devlet için gerekli koşullara sahip olduğunu vurgulamalıdır. Kürt halkı kendi kaderini tayin etmekten utanmamalı, cesur bir şekilde bağımsızlık yolunda adım atmalıdır.
Batı Kürtlerinin bugünkü durumu, Güney Kürtlerinin 2003’teki durumundan daha iyidir. Hem askeri hem de siyasi olarak Kürtler daha güçlüdür. Amerika ve dünya kamuoyu Kürtleri daha iyi tanımakta ve Kürtlerin haklarına yönelik güçlü bir meşruiyet yaratılmaktadır. Bu nedenle, Rojava’nın mevcut statüsünden vazgeçmemesi, federalizmi koruması ve Şam’daki rejime aceleyle entegre olmaması büyük önem taşımaktadır.
Birkaç asırdır Arap İslam istilası ile birlikte Türk ve Fars istilası altında ülkesi paramparça edilmiş ve tüm ulusal ve insani haklarından mahrum bırakılmışlığı yetmiyormuş gibi, ilişki bağları da mayınlarla ortadan kaldırıldığı için ortak vatan, ticari ve ruhî şekillenme bağlarımız sömürgecilerimiz tarafından maalesef dumura uğratılmıştır. Bu nedenle bir türlü birlikteliğimizi oluşturup, doğru dürüst bir mücadele ortaya koyamadık. Bir parçadaki Kürt, diğer parçaya gittiğinde adeta yabancı psikolojisine kapılmaktadır. Bu durum Kürtler arasında parçalar arası diyaloğun gelişmesini de engellemektedir. Buna bir de partilerin ulusal çıkarlardan ziyade kendi partisel çıkarlarına takılıp kalmaları eklenince, liderlik kadrolarında kendisini açığa vuran bu durum, maalesef tüm Kürt ulusunu kucaklayacak bir ulusal önderin çıkmasını da engellemektedir. Ayrıca sömürgeci eğitim tezgâhlarından törpülenerek geçilmenin etkisini de unutmamak gerekir.
Hüsamettin TURAN