Kürdlerin Ulusal Hakları’nı engellemek için piyasaya sürülen PKK, tarihinin en zor dönemini yaşıyor. Çünkü ortalama bir zekaya sahip insanlar bile artık PKK’nin ulusal bir hareket olmadığını ve sömürgeci devletlerin taşeronu olduğunu görebiliyor. Kürdlük iddiasında inandırıcılığını kaybeden PKK, ulusal zeminde meşruiyet kazanmak ve “Kürd Hareketi” imajını tazelemek için umut bağladığı “Ulusal Kongre”yi toplatma girişiminden de sonuç alamadı.
40 yıllık savaş ve büyük yıkımlara karşın bir karış toprağı bile özgürleştiremeyen PKK, Güney’de hayali kahramanlık destanlarıyla kitlesini avutuyordu. Şingal olayında maskesi düşen ve “kurtarıcı” imajı yerle bir olan PKK’nin sadece Kürdlerin özgürlüğü önünde bir engel olduğu açıkça görüldü. Yalan haberler ve kurgusal “özgürleştirme” senaryoları tutmayan PKK, resmen alay konusu oldu. Böylece “Güney macerası” hüsranla biten PKK’nin provokasyon ve kirli oyunlar dışında Güney’de bir şey yapmadığı/yapamayacağı herkes tarafından görülmüş oldu…
Son yıllarda PKK’nin en büyük dayanağı, meşruiyet aracı, propaganda malzemesi ve şantaj aracı kuşkusuz ki Güneybatı (Rojava) Kürdistan idi. Esad ile geliştirdiği gizli/kirli ilişki sonrası Güneybatı Kürdistan’ı Kürdlerden arındırma ve ulusal talepleri yok etme misyonunu üstlenen PKK, bu kirli rolünü fazlasıyla yerine getirdi.
Bir yandan Esad ile ilişkilerini sürdüren PKK, diğer yandan Türkiye’ye göz kırparak “burası senin olabilir” mesajı veriyordu. PKK/HDP’den yükselen Misak-ı Milli söylemleri ve İmralı’dan gelen “Eşme Ruhu” mesajı Güneybatı Kürdistan’ın Türkiye’ye katılabileceğinin ve bunun için pazarlık yapıldığının açık delilleriydi. Aynı dönemde Salih Müslim’in sık sık MİT yetkilerinin “özel misafiri” olarak Türkiye’ye gitmesi/getirtilmesi de bu pazarlığın bir parçasıydı. Bu pazarlıklar devam ederken, Esad’ın yıkılabileceği hesapları yapılıyordu PKK tarafından. Çünkü PKK’nin birincil tercihi Esad idi; şayet Esad gidici olursa Türkiye seçeneği devreye sokulacaktı. Her iki durumda da Güneybatı Kürdistan Kürdlerin olmayacak ve sömürgeci devletlerden birine peşkeş çekilecekti. Bu gerçeği görmeyen/görmek istemeyen Kürd politik çevreleri, yeni yeni kirli oyunun farkına varmaya başladılar ne yazık ki!
“Süreç” denilen ve sona ererek Devlet-PKK çatışmasının yeniden başlamasına neden olan gelişme ise, Rojava üzerindeki pazarlıkların sonra ermesiydi. Çünkü PKK, özellikle de Rusya’nın açıkça devreye girmesiyle tercihini Esad’tan yana koydu ve Türkiye seçeneğini eledi. Bu durumda pazarlık şansı kalmayan PKK’nin Devlet nezdinde ciddiye alınması için sebep kalmamıştı.
Son çatışmalar, PKK içindeki Rusya/İran/Esad yanlılarının tasfiyesi, en azından güçsüzleştirilmesi amacını taşıyor. Kuşkusuz ki devletin operasyonlarından PKK/HDP içindeki kanatların da (İmralı bağlantılı ve Türkiye seçeneğini, Suriye seçeneğine tercih eden kesim) haberi/payı/rolü vardı…
“Hendek terörüyle” Kuzey Kürdistan’ı cehenneme çeviren PKK/HDP içinde ciddi çalkantılar olduğu biliniyordu. Altan Tan’ın “hendekleri eleştirmesi” ve bu eleştirilerden dolayı HDP içinden çok sert tepkilere maruz kalması; Leyla Zana’nın “yemin oyunu” ve bu oyuna yine HDP’den tepki gelmesi iç hesaplaşmanın bariz göstergeleriydi. PKK/HDP içinde yaşanan tüm tartışmaların temelinde genel olarak Amerika mı, Rusya mı tercihi yatmaktadır. Çünkü bu iki güç, Yerel Sömürgeci Güçler’in de konumunu belirliyor.
Kürdlerin önünde iki seçenek vardır: Ya Amerika, ya da Rusya ile aynı cephede yer alacaklar.
Amerika Cephesi aynı zamanda Batı dünyasını, AB (Avrupa Birliği) ve Türkiye’yi de kapsıyor.
Rusya cephesi ise, İran/Irak/Suriye devletlerini de kapsıyor. Tarihsel ve konjonktürel olarak bakıldığında Amerika Cephesi’nde yer almak en doğrusudur. Kürdler için var olmanın ve devletleşmenin yolu Batı cephesiyle ittifaktan geçiyor. Rusya tercihi ise açıkça intihardır Kürdler için. Amerika ile Müttefik olan Güney Kürdistan, zorunlu olarak Türk devleti ile de müttefiktir ve olası Güney Kürdistan Bağımsızlığı’nı tanımaya hazır tek sömürgeci ülke de Türkiye’dir.
Türkiye ile aynı cephede yer alan Güney Kürdistan, Türk devletinin tarafı veya yanında değildir; aksine Türk devletinden daha itibarlı ve bağımsız bir koalisyon ortağıdır. Bu açıdan bakıldığında sömürgeci Türk devleti ile aynı cephede yer almak bir taviz veya gerileme olarak değerlendirilemez.
Türk devleti birçok dış girişiminde (kendi başına Ortadoğu’da hareket etme ve ABD’den bağımsızlaşarak üçüncü bir güç olma gibi) umduğunu bulamadı ve hayal kırıklığı yaşadı. İç kavgada da oldukça yıpranan Türk devleti, çaresizce eskiye dönme, yani ABD/AB ve NATO gölgesinde yaşamaya mahkûm oldu. Özellikle Rus savaş uçağının düşürülmesinden sonra Türk devletinin Amerika ve Batı’ya mahkûmiyeti arttı.
Dolayısıyla Türk devletinin başta Güney Kürdistan olmak üzere, genel olarak Kürd politikasında kendi başına hareket etme koşulları ortadan kalktı. Amerika ve Batı’nın Kürdler ile ilgili politikaları Türk devletinin de kabulü olacak bundan sonra. Bir anlamda Kürdlerin muhatabı Amerika ve Batı dünyası oldu denilebilir. Güney Kürdistan’ın itibarı ve Batı dünyasındaki özellikli yeri düşünüldüğünde, sömürgeci devletlerarasında Kürdlere en az zarar verebilecek olanın Türk devleti olduğunu söylemek mümkündür. Kürdlerin (Güney Kürdistan’ın) ABD/Batı tercihi olabilecek en iyi tercihtir ve bu tercih tüm Kürdleri (dört parçayı da) kapsamalıdır. Bu noktada Kürdlerin birliği ve ortak tercihi noktasında tek sorun PKK’dir her zamanki gibi.
PKK’nin Rusya tercihi Kürdlere zarar verdiği (özellikle Kuzey ve Güneybatı Kürdistan’da) gibi kendi sonunu da hazırlıyor. Bu noktada başta Başkan Berzani olmak üzere, ulusal çizgideki tüm politik aktörlerin/yapıların daha gerçekçi olması gerekiyor. Zira “kardeşlik hikâyesiyle” fazlasıyla tolerans tanınan PKK, Kürdlerin tarihsel kazanımlarına telafisi imkânsız zararlar vermektedir/engellemektedir. Şingal zaferi öncesi ve sonrası dikkate alındığında PKK’nin asla diyalog ile düzelmeyeceği rahatlıkla görülebilir.
PKK’ye karşı tavır alınması ve etkisiz kılınması demek, PKK içinde yer alan insanların “yok edilmesi” demek değildir. Tam tersine PKK içinde yer alan namuslu Kürdleri ihanet kurumundan kurtarmaktır. Bu açıdan bakıldığında “kardeşlik” söyleminin gereği PKK politikalarına sessiz kalmak değil, PKK’yi kurumsal olarak mahkûm ederek/sınırlayarak/tecrit ederek içindeki yurtseverleri ulusal saflara kazandırmaktır.
Başkan Berzani’nin dünyada kazandığı haklı prestij ve Kürdler içinde sahip olduğu sevgi/saygı, birçok konuda belirleyici önemdedir. Bu nedenle başta Başkan Berzani’nin PKK konusunda netleşmesi ve adım atması gerekiyor. Daha sonra tüm Ulusal Yapılar bu noktada netleşerek Ulusal Çizgi dışında kalan PKK ve benzeri entegrasyoncu/taşeron yapıları teşhir etmesi ulusal bir sorumluluktur.
PKK’nin “Kürdleri pazarlama” politikalarına sessiz kalmak çok pahalıya mal oldu/olacak. Kardeşlik duyguları tam da bu noktada belirleyici olmalıdır.
Kürdler, PKK’nin kirli rolünü ve Rusya (İran/Irak/Suriye) tercihini etkisiz kılmazlarsa, PKK tarafından tarihi bir satış ile karşılaşacaklardır. Yüz yılda bir gerçekleşen Ulusal Hakları elde etme olanağı ne pahasına olursa olsun değerlendirilmelidir. Aksi halde tarih bunun hesabını soracaktır.
PKK açıkça “RUS RULETİ” oynuyor ve silahı da Kürdlerin kafasına dayayarak. Tüm ihanet haklarını kullanan PKK’nin elindeki silahta sadece mermi var; boşluk yok. Tetiği çekerse Kürdler kaybedecek. Kürdlerin görevi, PKK’nin elindeki silahı almak ve Kürdleri ölümden/ölüm korkusundan kurtarmaktır. Sıkışan/çırpınan ve çırpındıkça batan PKK, kendisiyle birlikte Kürdlerin devletleşme hakkını da yok etmeye doğru hızla ilerlerken, dur demek her yurtseverin tarihi görevidir. Umarız ki duygusal yaklaşımlar bir kenara bırakılarak bu tarihi görev yerine getirilir. Ortadoğu yeniden şekillendirilirken, Kürdler tarihlerinin en avantajlı dönemini yaşamaktadırlar; bu avantajın kullanılmasına tek engel ise PKK’dir. Ya Kürdistan PKK’ye kurban edilecek, ya da PKK Kürdlerin Ulusal Hakları önünde engel olmaktan çıkarılacaktır…
Süleyman Akkoyun