Kürdlere ‘ölümü gösterip sıtmaya razı etme’ anlayışı, PKK’nin hem varlık nedenidir hem de değişmeyen politikasıdır. Son 40 yılda sürekli iki olumsuz seçenekle karşı karşıya bırakılan Kürdler, Devlet ile PKK arasında sıkıştırılırdı ve ‘ya PKK’den, ya da Devlet’ten’ yana olmaya zorlandı. Oysa bu “karşıt” seçeneklerin ikisi de Kürdleri Ulusal Sorun’dan uzaklaştıran ve devletin entegrasyon politikalarına hizmet eden seçeneklerdi. PKK’nin bir Devlet Projesi olarak piyasaya sürülmesinin yarattığı bilinçli bir çaresizlik hali dayatıldı Kürdlere.
Ne yazık ki, bağlantılı ve birbirini besleyen bu iki seçeneğe karşı geliştirilmesi gereken üçüncü bir seçenek de Kürd politik çevrelerince yaratıl(a)madı.
Kürdler bu savaşı bitirecek üçüncü bir güç oluşturamadıkları için çaresizce seyretmekle yetindiler; dahası istemedikleri bu savaşta durmadan bedel ödemek zorunda bırakıldılar.
Başta Amerika olmak üzere, Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek isteyen güçler, Abdullah Öcalan’ı yakalayıp Türkiye’ye teslim ederek ‘danışıklı ve kirli savaşınızı bitirin’ mesajını verdiler. Çünkü savaşın bitmesi hem Uluslararası Sermaye’nin talebiydi hem de bu sermayeyle iç içe olan bir kesim Türk Sermayesi’nin çıkarınaydı. 1999 yılından beri bu savaşın bitmesi yönünde çaba sarf edildi; aynı zamanda bu savaşın devam etmesi için de karşıt bir çaba sarf edildi.
Abdullah Öcalan’ın PKK’ye yönelik “silah bırakmak için olağanüstü kongre yapın” çağrısı, bu kirli savaşın bitmesi yönünde atılan en somut adımlardan biriydi. Kirli savaşın bitmesi gündeme geldiğinde çok farklı nedenleri olsa da genel olarak destekleyenler ve karşı çıkanlar şeklinde iki anlayış arasında tartışma yaşanır. Yine aynı cepheleşme ve tartışmalar yaşandı. Her zamanki gibi ‘ya amaçsız savaştan yanasınız ya da içi boş barıştan’ dayatması yapıldı; hem Devlet hem de PKK tarafından. Savaştan yana olanlar arasında bir düşünce ve amaç birliği varmış gibi bir algı yaratılmaya çalışıldı/çalışıyor; aynı şekilde savaşın bitmesini isteyenler arasında da.
Oysa nedenler doğru ortaya konulduğunda, savaşın bitmesini isteyen bazı kesimler ile savaşın devamını isteyen bazı kesimler arasındaki yakınlık, karşıt cephelerde yer alanlardan çok daha fazladır. Bu nedenle tarafları doğru tanımak için neye neden karşı oldukları veya neyi neden savundukları üzerinde durmak gerekiyor.
Devlet homojen bir yapıya sahip olmadığı gibi PKK de homojen bir yapıya sahip değildir. Devlet içindeki iç hesaplaşmanın yarattığı farklı anlayışlar doğal olarak PKK’ye de yansımıştır.
Mevcut Hükümeti de kapsayan devletin bir kesimi savaşın bitmesini istiyor. Çünkü savaşın devamı hem ekonomik hem de siyasi açıdan devleti tehdit ediyor. Bu tehdit PKK’den değil, yavaş yavaş varlık kazanmaya başlayan Ulusal Talepli bir Kürd hareketinden gelecek endişesi taşıyor Devlet. Ancak savaşın bitmesini isterken aynı zamanda PKK vasıtasıyla “Kürd Sorunu’nu” da kapatmak istiyor. Bu nedenle Kürdlerin Ulusal Sorunu’nu yok sayan bir anlayış içindedir ve Sorunu sadece ekonomik ve demokratik haklarla sınırlıyor. PKK’nin “Demokratik Türkiye” amacı ile devletin “Bireysel Haklar” açılımı ve amacı aslında örtüşüyor. Ama her iki taraf ta anlaşmalarını aynı zamanda “Kürd/Kürdistan Sorunu’nun çözümü” gibi yansıtmak istiyorlar.
Kürdlerin büyük bir bölümü yaşadıkları sıkıntılardan dolayı ‘bu iş bitsin de nasıl biterse bitsin’ noktasına gelmiş durumdadır ne yazık ki! Çünkü PKK’nin amaçsız savaşından o kadar etkilendiler ki, savaşsız bir ortam onlar için her şeyden vazgeçmeye değerdir.
Kürd politik çevreleri de halktan çok farklı düşünmüyor genel olarak. Bu kirli savaşın bir an önce bitmesini istiyorlar. Çünkü danışıklı savaşta varlık kazanamıyor ve sürece müdahil olacak kadar güç sahibi olamıyorlar. Ancak bazı politik çevrelerin tutumu uzun vadede en az PKK kadar Kürdistan Sorunu’na zarar verecek düzeydedir. PKK-Devlet danışıklı savaşının bitmesi ile Kürd Sorunu’nun çözümü arasında bağ kuran bu çevreler, hem PKK politikalarını aklamaktalar hem de devletin Ulusal Sorunu örtme politikalarına meşruiyet kazandırmaktadırlar.
Hem Devlete hem de PKK’ye tavır almak gibi doğru ama riskli bir yol izlemek yerine, her iki tarafa da yaranma çabası içinde olan bu çevreler; “Kürdlerin Birliği” ve “Barış” söylemlerine sığınarak aklayıcı bir rol oynuyorlar. Bu kesim, ‘görüşmeler sadece Devlet-PKK ile sınırlı olmamalı ve bizler de bu sürece katılmalıyız’ diyerek sanki PKK Kürdlerin Ulusal Hakları’nı temsil ediyormuş gibi bir algıya neden oluyorlar.
Bazı çevreler ise, PKK Sorunu çözülmeden Kürd/Kürdistan Sorunu’nun sağlıklı bir zemine oturmayacağının bilincindeler ve sırf bu nedenle savaşın bitmesini haklı olarak istiyorlar. Bu kesim daha temkinli davranarak hem Devlet ile hem de PKK ile aralarına mesafe koymaya çalışıyor.
Amaçsız savaşın devamından yana olan bazı kesimler, PKK ile Kürdlük arasında yanlış bir bağ kurarak PKK’nin silah bırakmasına karşılar. Bu kesim, PKK’yi Ulusal Bir Hareket olarak gördüğü için “hiçbir Ulusal Hak elde edilmemişken silah bırakmak yanlıştır” anlayışında hareket ediyorlar. Bu kesimin en etkili ve aynı zamanda duygusallık içeren argümanı ise “bunca şehit ve bedel Demokratik Türkiye için miydi” sitemidir.
Bu kesimin en büyük handikabı, PKK’nin bir devlet projesi olduğu, sonsuza dek savaşsa da Kürdlerin devletleşmesi gibi bir talebe sahip olamayacağı, dahası savaştıkça sadece ve sadece Kürdlere zarar vereceği gerçeğini kabullenmek istememeleridir.
Amaçsız savaşın devamından yana olan devletçilerin bir kesimi, hem PKK’yi sistem içi kavgada bir koz olarak kullanmak istiyorlar hem de savaştan elde ettikleri ganimeti korumak istiyorlar. Devletçilerin bu politikasını destekleyen bazı Kürdler de (özellikle PKK içindeki Kemalist kesim) vardır. Bunlar da savaş rantının devamını ve kandan beslenen saltanatlarının sürmesini istiyorlar.
Bazı kesimler, (özellikle de Kemalist/Türk Sol çevreleri) Kürd kanından beslenerek Meclise girme hesapları yaptığı için amaçsız savaşın taraftarıyken, bazıları da Kemalizm’i canlandırmanın tek yolunun bu amaçsız savaş olduğu gerçeğinden hareketle tutum alıyorlar…
Sonuç Olarak; 2010’li yıllarda Abdullah Öcalan’ın ‘silah bırakma’ çağrısı, Amerika ve Avrupa Birliği’nin de desteklediği 2005 Mutabakatı’nın tekrar yürürlüğe girmesiydi. Devlet/Hükümet bu mutabakata bağlı kalmayıp “Emperyal bir güç” olarak kendi başına yayılma politikalarında başarısız oldu. AKP Hükümeti devrilmeyle karşı karşıya kalınca 2005 Mutabakatı’na geri dönmeyi kabul etmek zorunda kaldı. 2005 Mutabakatı, Güney Kürdistan’ın devletleşmesini öngörüyordu ve Türk devletinin de AB kriterleri çerçevesinde demokratik bazı adımlar atmasını, Ulusal Haklar yerine Bireysel Özgürlükleri ön plana çıkarmasını ve Yerel Yönetimlere daha fazla yetki vermesini öngörüyordu. Bu mutabakatta Güney Kürdistan Yönetimi de yer alıyordu.
Çünkü Güney Kürdistan’ın yaşaması ve devletleşmesi PKK Sorunu’nun çözülmesiyle olanaklı olur ancak. Sömürgeci devletler PKK’yi kullanarak Güney’i tehdit ediyorlar. Bu durum son IŞİD saldırılarıyla çok daha açık bir şekilde görülmüş oldu. Ortaya çıkan yeni gelişmeleri isimlendirmek gerekiyorsa, ‘bir süre kesintiye uğrayan 2005 Mutabakatı tekrar devreye sokulmuştur’ denilebilir…
Biz bu amaçsız savaşın bitmesini hep istedik. Ancak bu kirli savaşın bitmesinin Kürd/Kürdistan Sorunu’yla ilgili olmadığını, bunun Devlet ile Kürdlerin barışması olamayacağının altını ısrarla çizdik. Bu savaşın bitmesi, Devlet ve piyasaya sürdüğü PKK’nin yeni bir ilişki biçiminde ortaklıklarını sürdüreceği anlamına geliyor. PKK Sorunu’nun çözülmesi, Kürd/Kürdistan Sorunu’nun sağlıklı bir zemine taşınması anlamına geliyor. PKK’nin devlet ile var olan organik bağı, çatışmadan arınacak sadece. Çatışmaların sona ermesini “barış” olarak nitelendirmek ise; ya cehaletten kaynaklıdır ya da bilinçli bir çarpıtma ile Ulusal Sorunu yok sayma politikalarından.
Çünkü Barış, Savaş’a neden olan koşullarının ortadan kalkmasıyla olanaklı olur sadece. Savaş(lar)a neden olan ise; Kürdlerin devletleşme hakkının gasp edilmesidir. Kürdler devletleştiğinde ve bu Devlet T.C. tarafından da tanınıp İki Devlet arasında dostane ilişkiler geliştirildiğinde o zaman barıştan söz edilebilir ancak!
Evet amaçsız savaşın bitmesi olumludur ama ne Devlet ne de PKK bu savaşı bitirmekle aklanmış olmuyorlar. Amaçsız savaşa karşı olunduğu gibi, içi boş ve Ulusal hiçbir şey barındırmayan “barış” oyununun da parçası olunmamalı.
Bu kirli savaş bitmelidir ve Ulusal Kurtuluş Mücadelesi koşullara bağlı olarak (sömürge konumundan dolayı Kürdler için her türlü araç meşrudur) farklı mücadele biçimleriyle yeni/yeniden başlamalıdır…
Süleyman Akkoyun