2. Bölüm: Devletin esas stratejisi, Öcalan’ın sağ bırakılması ve PKK üzerindeki mutlak hâkimiyetinin sürdürülmesidir
PKK’de İmralı sürecinin tetiklediği çözülme sürecinin başlamasından sonra, değişik gerekçelerle PKK’dan ayrılanların, iddia ettikleri gibi Öcalan’ın İmralı sürecinde devlet güdümüne girdiği tezi doğru değildir. Aksine, Öcalan ve PKK’si daha grup aşamasında devletin kolları arasında büyümüş ve büyütülmüştür. PKK’den farklı nedenlerden dolayı ayrılanların, bu Kürdkıran faşist örgütün kuruluşunu sorgulaması gerekmektedir. PKK’nin kuruluşunu sorgulayamayanlar, bu süreci de kavramada güçlük çekerler. PWD-K’nin de sıkıntı ve çözümsüzlüğünün temelini bu yanlış değerlendirmede aramak gerekir.
Abdullah Öcalan’ın yıllarca arkadaşlarından bile sakladığı sırrını, iradesi dışında yıllar sonra açığa çıkan kirli ilişkilerini gizleyebilmek amacıyla, değişik ortamlarda MİT’in parası ve ilişkilerini kullanarak bu günlere geldiğini defalarca söylemesi, boşuna sarf edilmiş sözler olarak yorumlanmamalıdır. Pilot Necati ve Kesire Yıldırım ile olan organik bağının olduğu sinyalini alan tüm basın mensuplarının sorularına aynı doğrultuda yanıt vermesi ve arkadaşlarının ajanlığını onaylarken doğruyu söylemesine rağmen, kendisinin bu ajan takımı arasından olmadığını ispatlamak güdüsü ile olsa gerek, halkımıza yalan söylüyor.
Dış politika alanında Türkiye’nin en iyi diplomatlarından biri olan Şükrü Elekdağ, daha Öcalan Suriye’de iken; ”çözüm için Apo’yu Suriye’nin elinden kurtarmak gerekir” diyordu. Öcalan Türkiye’ye getirildikten sonra da 14 Haziran 1999 Milliyet gazetesine verdiği söyleşide ise,” Bu tarihi olayın, Türk güvenlik güçlerinin PKK terörüyle mücadelede kazandıkları başarı ile birlikte değerlendirilmesi halinde, Kürd sorununun demokrasi ve üniter devlet çerçevesinde çözümü için Türkiye’nin emsalsiz bir fırsat elde ettiğine” vurgu yapıyordu!.
Genelkurmay eski sekreteri Sabri Yirmibeşoğlu ise,” Milli birliği ve bütünlüğü sağlamak için bu savaşı boşuna mı verdik. Asılmaması gerekiyorsa halkımız bunu anlar” diyordu. Bu demeçlere; Genelkurmayın dar bir çevreye verdiği brifingden sonra da Emin Çölaşan gibi statükocu yalakaların ve bir bütün olarak da apoletli Türk Medyası’nın, İmralı süreci ile paralellik arz eden değişim ve dönüşümü, Öcalan-Devlet bilmecesini çözmek için çok önemli ipuçları içerdiğini düşünüyorum. 1996 yılında Abdullah Öcalan’ın, Mahir Sayın ile yapmış olduğu ve” Erkeği Öldürmek” diye isimlendirdiği röportajında ”…Ben PKK’de amansız yaşadım. Onların iddiası neydi sonuna kadar bilir misin? Bu Özal’ın katledilmesine kadar. Şimdi aslında adamlar; verebilirim; Ersever, JİTEM sorumlusu biliyorsun, diyor ki öldürüldüğünde iki ajan Star televizyonuna çıktı. ”Yukarıdan bize gelen emir şuydu” diyor ”Apo’yu sağ isteriz” şimdi siz bunu nasıl anlayacaksınız, izleyenler bilir. Örgütü ele geçirmek istiyorlar. Ele geçirmek için benim sağ olmam gerekiyor. Benim tıpkı onları kullanarak örgütü geliştirmem gibi, onlarında beni kullanarak PKK’yi ele geçirmeleri gerekir….” diyor.
Burada, devletin Öcalan’ın yaşamasına çok büyük değer verdiği doğrudur. Fakat ”Benim tıpkı onları kullanarak örgütü geliştirmem gibi, onlarında beni kullanarak PKK’yi ele geçirmeleri gerekir…” söylemi doğruyu yansıtmadığı gibi, Uğur Mumcu’nun tespit ettiği ve yaşamına mal olan Öcalan-Devlet ilişkisini perdeleme iç güdüsüyle söylenmiş sözlerdir.
MİT ile ilişkileri söz konusu olunca, Öcalan’ın ileri sürdüğü argümanların Kürdçe açıklaması şöyledir: PKK kurulmadan önce, izleme adına; kurulduktan sonra kontrol adına; Suriye’ye geçtikten sonra, dağılıp kontrolden çıkma korkusu adına; Öcalan’ın sağ bırakılması ve PKK üzerindeki mutlak hâkimiyetinin sürdürülmesi devlet tarafından temel bir politika olarak hep devam ettirilmiştir. İmralı süreci adına bu dokunulmazlık devam ettirilmektedir. Devlet tarafından Abdullah Öcalan’a böylesi yakın ilgi ve lojistik desteğin nedenlerini, Öcalan’ın 1970’lere dayanan ve MİT’in bir havuz kuruluşu olan, Komünizmle Mücadele Dernekleri’ndeki faaliyetlerinde aramak gerekir diye düşünüyorum. PKK’nin kuruluş aşamasında da Öcalan; Pilot Necati Kaya, Kesire Yıldırım ve daha niceleri tarafından takviye edilmiştir. Devletin yönlendirilmesiyle Öcalan’a 1987’lerde lojistik ve psikolojik destek sağlaması amacıyla 1989-1991 tarihlerinde, Doğu Perinçek tarafından takviye yapıldı. Öcalan ile görüşmelerinden dolayı da kendisine yöneltilen suçlamalara karşı, Perinçek “Apo ile yakınlaşmam bir devlet göreviydi. Kardeşlik çözümünü savunduğum için bu görevi kabul ettim. Bu gizli bir görevdi. Genelkurmayın konudan haberi var.” diyecekti.
1992‘den sonra da İmralı sürecini hazırlamak için de aynı güç tarafından Yalçın Küçük ile takviye edilmiştir. Kürdistan’da uygulanan devlet konseptinin en etkin aktörü Abdullah Öcalan’dır. Öcalan ve PKK’sini doğru değerlendirmek, sürece müdahale etmenin zemin ve araçlarını yaratmak için yürütülen çalışmaların da doğru tespiti ile doğrudan orantılıdır.
PKK’nin sadece Pilot Necati ve Kesire Yıldırım kanalıyla kontrol edildiği ve bu mekanizmanın onlarla sınırlı olduğunu sanmak bir yanılgıdır. Pilot zamanında PKK’de yapılan uygulamaların, Pilot’un devre dışı bırakıldığı iddia edilen dönemden sonra da değişime uğramadan uygulanması, iddia edildiği gibi Pilot’un, PKK hareketi içinde en etkin ajan konumunda olmadığının belgesidir. Bu tür dez-enformasyonlar, en etkin kişinin Öcalan olduğu gerçeğini gizlemek için sinsice seçilmiş argümanlardır. Bilindiği gibi 1999 yılında kendisine tahsis edilen İmralı karargâhında, Türkiye adalet sisteminde olağan olmayan jet hızıyla bir yargılama komedisi yaşandı. Otuz yılı aşkın bir süreçte, iç infazlar ile birlikte binlerle ifade edilen Kürd kadroların yok edilmesinde en ufak bir sakınca görmeyen ve kendisi için Kürdler üzerinde tanrısal bir hegemonya kuran Öcalan’ın, dünya medyasına yansıyan görüntü ve söylemleriyle nasıl cüceleştiğine tanıklık ettik. 1980-84 yıllarındaki vahşet dönemini Diyarbakır zindanında yaşayıp, akıl almaz işkence metotlarına yenik düşen bazı Kürd gençlerini ihanet ile suçlayan bu şef; kendisine bir fiske dahi vurulmadan PKK’nin tüm ilişkilerini düşmana veriyordu. Dünya; Öcalan pratiğinde örgütünü böyle ele veren itirafçı bir lidere ve birbirleriyle savaşan güçlerin de aynı karargahtan yönetilmesine ilk kez tanıklık etti
Devam edecek…
Süleyman Akkoyun
Not: Yazıdaki görüşler yazara aittir, Darka Mazi’nin yayın politikası ile örtüşmeye bilir