Dünü Ve Bugünü İle PKK Gerçekliği

Dünü Ve Bugünü İle PKK Gerçekliği Bölüm: Türk devletinin “devlet sırrı” dediği genç kimdir?
  1. Bölüm: Türk devletinin “devlet sırrı” dediği genç kimdir?

Yıl 1966: Urfa’dan Ankara’ya diğer üniversite öğrencilerinden farklı olarak Tapu ve Kadastro öğrenimi için bir genç, Türkiye Cumhuriyeti’nin ana karargahına teşrif eder. Ankara’da ilk etkilendiği yer; Ulus’taki Atatürk’ün dev heykeli olur. Bu genç yıllarca namazını kılarken bile kendisiyle bir hesaplaşma içinde olur. Aşırı sağ çevrelerin verdiği milliyetçi ve dinci konferanslarını takip eden bu genci diğer öğrencilerden ayıran bir özelik daha vardır; “daha çok inisiyatif sahibi olmak! ”..

Ve o yıllarda sola karşı hem politik bilinci yetkin unsurları yetiştirmek hem de militan devşirmek amacıyla kurulan ve MİT’in havuz oluşumlarından biri olan, Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin müdavimi olur. Bu derneğin üyelerini ideolojik temelde eğiten Refik Korkut ve Necip Fazıl Kısakürek’in konferanslarını takip eder ve büyük ilgi duyar. Bu genç farkında mıydı bilinmez, ama girip çıktığı yer herkesin kolay girip fakat çok zor çıkacağı merkezlerden biriydi.

Aynı genç, 30 Mart 1972’de Kızıldere’de meydana gelen çatışmada vurulan Mahir Çayan ve arkadaşlarının militarist odaklar tarafından öldürülmelerini protesto amacıyla, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde düzenlenen boykota katıldığı ve bildiri dağıttığı gerekçesiyle polis tarafından yakalanır. Mamak Askeri Cezaevi’nde yedi ay kalır. Tutuklandığı zamandan beri hiçbir taşkınlık eseri göstermeyen, kendi halinde olan bu esmer genç, bir subayın nezaretinde hücresinden alınarak komutanlığa götürülür!..

İşte o günlerin ünlü savcısı Baki Tuğ’un” devlet sırrı” diye sakladığı olayların başlangıcı, bu gencin yeniden sorguya neden götürüldüğüyle ilgilidir. Uzun yıllar boyunca milletini seven dini bütün bir Müslüman olarak MİT tarafından fişlenmesinin hesabını, ancak solcu olarak yakalandığı 1972 yılında kime ve nasıl verdiğini bir muammaya dönüştüren bu genç, Abdullah Öcalan’dan başkası değildir.

Bu bilgileri 1989 yılında dava arkadaşı Doğu Perinçek ile yaptığı röportajda bizzat Öcalan’ın kendisi veriyordu. Temel işlevi Kürdistan’daki politik güçlerin de-stabilize edilmesi, ekonomik ve toplumsal alt yapısı kurulmuş siyasi bir oluşumun kurulmasını sabote etmek olan PKK konseptinin, Kürdistan’a nasıl ve hangi güç odaklarının yönlendirmesiyle pratiğe uygulandığının açıklığa kavuşturulması için, 1970’li yıllarda dünya koşullarının da tetiklemesi ile ivme kazanan Türkiye ve Kürdistan devrimci demokratik mücadelesinin gelişimi ve sekteye uğratılmasının tarihine kısaca değinmenin yararlı olacağı kanısındayım. Yakın tarihimize kısaca göz atmanın aynı zamanda bu sürecin bir sonucu olarak da, ulusal demokratik mücadelemizin tıkanmış sorunlarının çözümüne yönelik ipuçlarını sunacağına olan inancımın da altını çizmekte yarar görüyorum.

Kürdistan ulusal demokratik mücadelesinin rayından saptırılarak başka kanallara yönlendirilmesinin etkili bir aracı olarak, Kuzey Kürdistan’da sınanarak göreceli bir başarı da sağlayan ve öz itibariyle Kürdleri sömürgeci devletlere entegre etme projesinden başka bir şey olmayan PKK konseptinin, aynı zamanda da diğer sömürgeci egemenlere cazip geldiği ve Kürdistan’ın diğer parçalarında uygulanabilir olduğunun zemininin de, yine PKK tarafından döşenmekte olduğunu görmemenin düşkünlüğü yaşanmaktadır. Bundan dolayıdır ki, Abdullah Öcalan ve yönlendirdiği örgütlerin, Kürdistan’ın her dört parçasında da üstlenmiş olduğu uğursuz rolü kavramak gerekir. Bunun için de yakın tarihimizin tanıklığına gereksinim olduğu büyük önem arz etmektedir.

Bu bağlamda Abdullah Öcalan’ın hangi koşulların ürünü olduğunu, aynı zamanda da onun, değişim ve dönüşüm sürecini yakın tarihimizin tanıklığına başvurup, buna kendi pratik yaşam deneyimlerimi de katarak irdelemeye çalışacağım.

Yıl 1968: Fransa’dan başlayarak tüm dünya gençliğini heyecanlandıran 1968 dünya gençlik hareketi, doğal olarak Türkiye ve Kürdistan gençliğini de kapsamı alanına aldı. Gençlik hareketini kök salmadan boğma veya düzen içerisine çekmek amacıyla, gençler militarist güçler tarafından hazırlanan provokasyon içerisine çekilerek, hem darbenin zeminini oluşturma gerekçesi yapıldılar hem de gençliğin önder kadroları deyim yerinde ise, 12 Mart 1971 darbecileri tarafından adeta biçildiler! Kıyımdan geçirilen kadroların büyük bir kesiminin de Kürd gençlerinden seçilmesi elbette bir rastlantı olamazdı.

Anılan dönemde Abdullah Öcalan çok silik bir tip ve sağa sola savrulan bir kişiliğe sahip olduğu da bizzat kendisi tarafından defalarca dile getirilmiştir. 12 Mart darbesiyle sersemleyen devrimci demokratik gençlik, kısa bir süre içinde toparlanma sürecine girdi. Bilindiği gibi Türk ve Kürd devrimci/yurtsever kadrolar arasındaki tartışmaların temelini ulusal sorun ve örgütlenme gibi ana konular oluşturuyordu. İşte bu anlaşmazlık konularına güvensizlik unsuru da eklenince, Kürd kadrolar statükocu Türk solu ile yollarını ayırır. Bu yol ayrımını ideolojik ve politik olarak saflaşma dönemi olarak değerlendirebilirsek eğer, Kürdlerin ulusal kanallara yöneldiği süreç olması açısından tarihi bir öneme sahiptir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren kendi egemenlik alanında politik boşluğa yer bırakmayacak kadar ince bir stratejiyi, değişik siyasi görüşler arasında hep izlediğini biraz tarihi bilgisi olan herkes bilir. Bu stratejiye uygunluğu açısından yakın tarihimizde, Türkiye ve Kürdistan devrimci demokratik hareketlerini, kendi dinamikleri üzerine oturtmaya çalışan kadrolara karşı uyguladığı imha politikası ve aynı zamanda da Abdullah Öcalan pratiğiyle bir tezat oluşturması açısından iki olayı anımsatmakta yarar görüyorum.

Birincisi: Türk sol hareketi içinde o güne kadar Kemalizm’in bir versiyonundan başka bir anlama gelmeyen sınıf savaşı kavramına karşı çıkmakla kalmayan, aynı zamanda da Kürd sorununu ele alış tarzı itibariyle de geleneksel sol yapılardan kesin bir kopuşu temsil eden İbrahim Kaypakkaya’dır. Düşmana ser verip sır vermeyen Kaypakkaya, Diyarbakır zindanında işkence ile öldürüldü. İkinci örnek ise, Dr. Şivan (Sait Kırmızıtoprak) olayıdır. Kürd hareketini kendi dinamikleri üzerine oturtmaya çalışan Dr. Şivan, sömürgeci istihbarat örgütlerinin yönlendirmesi ve kimi Kürdlerin de piyon olarak kullanıldığı çok yönlü bir komplo sonucu, Güney Kürdistan’da iki arkadaşı ile birlikte soydaşları tarafından öldürüldüler. Andığım bu iki önder kadronun ortadan kaldırılmasından kısa bir süre sonra Abdullah Öcalan, bırakın Türk solu içinde Kürd sorununu tartışmayı, ”Bağımsız, Demokratik, Sosyalist ve Birleşik Kürdistan” için, ajan provokatörlerin içinde kılına bile dokunulmadan çalışabilmekteydi!

Öyleyse; gizli odaklar neden Öcalan’a farklı, İbrahim Kaypakkaya ve Dr. Şivan’a farklı yaklaşıyorlardı. Uğursuz PKK sürecine dahil olanlardan, bunu sorgulayacak sağduyulu kimse çıkmadı mı? Elbette çıktı. Fakat PKK’nin tüm süreçlerinde olduğu gibi Öcalan ve tayfası tarafından birer birer ortadan kaldırıldılar. Süreci iyi kavrayan sömürgeci militarist egemen güçler, Kürdistan’da politik boşluğa yer bırakmamak veya kontrolde götürmenin bir aracı olarak, 1930’lu yıllarda Mustafa Kemal’in Türk soluna uyguladığı paravan örgütlerin oluşturulması yöntemini, Kürdistan’da da gündemine koydu.

İşte, Abdullah Öcalan bu sürecin bir ürünüdür. 1972 yılında sorgusu sıkıyönetim mahkemesi askeri savcısı Baki Tuğ tarafından yapılan ve yedi ay tutuklu kaldıktan sonra gizli ellerce salıverilmesi sağlanan Öcalan’ın, sağ kulvardan sol kulvara transfer edildiği dönemdir. Bu süreç tüm aktörleriyle birlikte kavranmadan, PKK konseptinin kapsam ve yoğunluğu da tam anlamıyla kavranamaz diye düşünüyorum. Devlet tarafından salıverilen Öcalan; daha sonra Pilot Necati Kaya ve Kesire Yıldırım ile takviye edilerek aktifleştirilir. Öcalan bu ikili ile beraber Kürd ulusal demokratik mücadelesinin dinamiklerini parçalamak ve Kürd ulusal sorununu rayından saptırmanın bir aracı olarak, Özel Harp Dairesi’nin (Gladio) konseptini pratiğe uygular. Dikkat edilirse, Öcalan-Devlet ikilisi tarihimizde bir kasırga gibi esip geçen yukarda adları anılan bu ikili hakkında hep umursamaz ve önemsemez davranmışlardır. Her ne hikmetse, Pilot’da Kürd katili ”Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım gibi sırra kadem bastı! Kesire Öcalan-Yıldırım ise görevini layıkıyla tamamlayarak, Abdullah Öcalan tarafından sağlama alındı. Binlerle ifade edilen Kürd kadrolarını katletmekte hiç bir sakınca görmeyen Öcalan, Pilot ve Kesire ikilisini hep korumuştur. Mehmetçik basının apoletli keşif kolları da Pilot ve Kesire konusunda, hep üç maymunları oynadı. Bunu hayra yormanın şayet başka amaç taşımıyorsa, siyasi körlükten başka bir açıklaması yoktur.

Devam edecek

Not: okuduğunuz yazı dört bölümlük bir yazı dizisidir.

Not: Yazıda görüşler yazara aittir, Darka Mazi’nin yayın politikası ile örtüşmeye bilir

Diğer Haberler