PKK Devlet Olmak İstiyor; Kürdleri​ denetlemek için PKK devlet olmak istiyor!

PKK Devlet Olmak İstiyor; Kürdleri​ denetlemek için PKK devlet olmak istiyor!

Ulusal kurtuluş hareketleri, ülkelerinde egemen olan sömürgeciler yerine kendi ulusal egemenliklerini kurmak için mücadele ederler. Bu nedenle ülkelerinin siyasal/hukuksal yönetimi için kendi parlamentolarını ve ülkelerini/coğrafyalarını korumak için de kendi savunma güçlerini oluştururlar. Yani hem düşünsel hem de fiziki olarak işgalcilerin egemenliklerine son verip yerel halkın egemenliğini kurarlar. Bunun adı da işgal devleti yerine kendi devletlerini kurmalarıdır…

Bu genel geçer tespit ışığında bakıldığında Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin de bir devletleşme mücadelesi olduğu kendiliğinden anlaşılır.

PKK ile ilgili tartışmaları bu genel tespit çerçevesinde ele aldığımızda ‘Ulusal bir hareket mi, değil mi’ sorusunun cevabını bulmak kolaylaşır. Gerçi PKK açıkça ulusal haklara/devletleşmeye karşı olduğunu söylüyor ve pratiğiyle de bunu fazlasıyla gösteriyor. Ama buna rağmen Kürd politik çevreleri ve özellikle de PKK’ye duygusal yaklaşan Kürdler gerçeği görmek istemiyorlar.

Birçok insan Öcalan’ın Türkiye’ye gelmesiyle PKK’nin teslimiyetçi/entegrasyoncu bir anlayışı benimsediğini sanıyor. Oysa PKK’nin geçmişine bakıldığında Kürdistan’da egemen güç olma/devletleşme yerine, Kürdlere egemen olma anlayışının başından beri gizil olarak var olduğunu görürüz. Devletleşmek yerine Kürdlere egemen olma anlayışı, pratikte uygulanmasına karşın bağımsızlıkçı kadrolardan gelecek itiraz hesaba katılarak dillendirilemedi. Ne zaman ki gerekli tasfiyeler yapıldı ve direnç gösterebilecek kadrolar etkisiz kılındı işte o zaman PKK gerçek anlayışını sesli olarak dillendirerek “ben devletleşmeye karşıyım” demeye başladı.

Devletleşmek yerine Kürdlere egemen olmak anlayışı en somut şekliyle Güneybatı (Rojava) Kürdistan’da hayata geçirildi. Başta Qamişlo-Heseke olmak üzere, PKK/PYD’nin güç olduğu her yerleşim yerinde BAAS rejiminin idari birimleri ve El-Muhabarat varlığını korudu. Nusaybin’den Qamişlo’ya geçmek isteyen bir insan PKK/PYD’nin onayıyla değil, BAAS rejiminin resmi onaylı izin belgesiyle geçiş yapabiliyor hala.

“Rojava devrimi” dedikleri şey, PKK/PYD’nin Kürdleri denetim altına alması; BAAS rejiminin de siyasi/idari egemenliğini sürdürmesine dayanıyor. PKK/PYD’nin, Mişel Temo ile başlayan ve Amudê katliamı ile zirve yapan baskı ve katliamları sadece ve sadece muhalif Kürdlere yönelik oldu. Bir rejim askerinin veya taraftarının tutuklandığını veya vurulduğunu duyan oldu mu?

Hayır!

Sadece ulusal talepli Kürdler tutuklanıyor, sürgün ediliyor, çocukları zorla silah altına alınıyor, haraca bağlanıyor ve vuruluyorlar…

Kürdistan’da egemen işgalci devletlerle sorunu olmayıp, Kürdlerin devletleşmesine karşı olmanın doğal sonucu egemen devletler adına Kürdleri denetim altına almaktır. Bu denetimin amacı da, Kürdlerin ulusal taleplerini bastırmaktır. Ne kadar iyi niyetli yaklaşırsanız yaklaşın ve ne kadar iyimser yorumlamaya kalkışırsanız kalkışın mevcut uygulamayla PKK/PYD için “taşeron-paralı asker-egemen devletlerin piyonu” dışında uygulamayı doğru açıklayacak başka hiçbir sıfat ve tanımlama bulamazsınız…

PKK aynı anlayış gereği Güney Kürdistan’da var olan ve Bağımsızlığa yelken açmış fiili devleti ortadan kaldırmaya çabalıyor hep. Yani Kürdistan’da (bir parçasında) egemen olan Kürdlerin egemenliğine son verip, egemen devletler adına Kürdleri egemenlik altına alma çabası içinde oldu/olmaya devam ediyor PKK…

Doğu Kürdistan pêşmergelerine yönelik PKK saldırılarını da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor; Doğu Kürdistan’da işgale son vererek kendi egemenliklerini kurmaya çalışan Kürdleri “ablukaya almak”, vurmak ve denetim altına almak istemenin nedeni de İran egemenliğine helal getirmeme çabasıdır.

Biraz geçmişe dönüp Kuzey Kürdistan’a baktığımızda da PKK’nin bu anlayışı daha ince politikalarla hayata geçirdiğini görürüz. Özellikle 1990’lı yıllarda çok ciddi bir güç olmasına rağmen PKK Kuzey Kürdistan’a Türk devletinin egemenliğine neredeyse hiç dokunmadı. Birçok yerleşim yerinde “mutlak bir hâkimiyet” olanağı olmasına karşın devletin idari birimleri varlıklarını hep sürdürdüler. Buna karşın Kürdler üzerinde olağandışı bir baskı ve denetleme söz konusu oldu. O dönemde PKK egemen olduğu yerlerde neredeyse tüm Kürdleri fişlemişti ve hemen hemen hepsinden de “vergi” adı altında haraç alıyordu.

Vergi vermedi veya benzer sıradan gerekçelerle Kürdler PKK tarafından öldürülürken, neredeyse MHP’ye karşı hiç eylem yapılmadı o dönemde. İstisnai ve kontrol dışı birkaç küçük olay yaşandı sadece. Faşizm ile özdeşleşmiş ve devletin tetikçileri olarak birçok Kürdün kanına girmiş MHP’lilere dokunulmaması başlı başına birçok şeyi açıklıyor.

PKK’den  ayrılan   itirafçıların    bir kısmı  JİTEM adlı ölüm mangasının tetikçisiydi ve bu  tetikçiler Kürdistan’ın     her tarafında cirit atarken  PKK tarafından  hedef yapılmadılar; bu   tetikçilere  “af”  çıkarılarak   tekrar PKK’ye dönmeleri  sağlandı  ve  hem JİTEM hem de PKK içinde aynı anda   görev   yapma  olanağı sağlandı. Bu durum, tetikçilerin yaptığı karanlık eylemlerin “hiçbir zaman aydınlan(a)maması” için DEVLET-PKK ortaklığıyla yaratıldı. Musa Anter-Vedat Aydın ve benzeri cinayetlerde, PKK-JİTEM arasında ikili rol verilen itirafçıların olması her şeyi açıklamaya yetiyor

Aynı dönemlerde basında yer alan ama fazla işlen(e)meyen çok özel bir görüşme yapıldı. 1991’de Milletvekili seçilen Leyla Zana Ankara’da Alpaslan Türkeş ile görüştü! Bu görüşmeden Alpaslan Türkeş ‘bizden size zarar/saldırı gelmez’ teminatı verdi. Bu görüşme ve görüşmede verilen teminatla ilgili kuşkusu olanlar Leyla Zana’ya sorabilirler…

12 Eylül darbesinden sonra Kürdlük kokan her şey devletin gazabına uğrarken, Abdullah Öcalan’ın akrabaları MHP’nin kalesi olan Osmaniye’ye (Misis) yerleştirildi devlet tarafından. Osmaniye ve benzeri yerlerde sadece ‘Kürdçe konuştu veya Kürdçe türkü söyledi/dinledi’  diye her Kürd saldırıya uğrayıp faşistlerin linç girişimine maruz kaldığı dönemde Abdullah Öcalan’ın ailesine hiç dokunulmamış olmasının hiçbir açıklaması yoktur/olamaz da.

Kürdler adına bir karış toprağı bile özgürleştirmeyen ama bütün Kürdler üzerinde mutlak bir egemenlik kurmaya çalışan PKK, özgür Güney parçasını hedef hedef alarak Kürdlük/Kürdistanilik adına hiçbir şeyi bırakmak istemediğini açık bir şekilde ortaya koyuyor.

Egemen/işgalci devletlerin Kürdistan’daki siyasi/hukuki varlığına “meşruiyet” kazandırma işlevi gören “Demokratik Özerklik” ve “Kanton” oyunu da, sömürgeci devletler adına Kürdleri denetim altına almayı ve sömürgeci devletlere karşı başkaldırıları engellemeyi amaçlamaktadır. Kürdler bu acı gerçeği görmez ve gerekli önlemleri almazlarsa, devlet ve devlet(ler)e bağlı “küçük bir taşeron devlet” olmayı amaçlayan PKK ile aynı anda mücadele etmek gibi zor bir sürece gireceklerdir…

PKK, ‘devlet istemiyoruz, ulus devlet dönemi bitmiştir’ diyor; ama mevcut devletlerin hizmetinde ikinci bir güç olarak PKK, Kürdleri katmerli ve eskiye oranla daha katı bir devlet tehlikesi ile karşı karşıya bırakmayı amaçlıyor.

Devletsiz bir yaşamın mevcut dünya koşullarında ve hele hele Ortadoğu gibi bir cehennemde olanaklı olmadığını PKK de çok iyi biliyor. İstenilmeyen devlet sadece ve sadece Kürdlerin devletidir. Buna karşın PKK çok daha katı ve çok daha güçlü bir devlet sisteminin kurulması için mücadele ediyor. Bu yeni devlet hem eski sömürgeci devletlerin varlığını güvenceye almak hem de PKK vasıtasıyla Kürdler üzerinde ikinci bir devlet baskısı yaratarak mutlak bir entegrasyonu amaçlıyor. Bu amaç aynı zamanda Kürdlerin ulus olma özelliklerini de yok etmeyi amaçlıyor…

Süleyman Akkoyun

Makaledeki görüşler yazara aittir

Diğer Haberler