PKK’nin savaş tarihi üzerine notlar
PKK’nin ilk silahlı grupları 1982 de ülkeye geçmeye başlar. Ancak bu ilk silahlı propaganda birimlerini bekleyen yığınca sorunlar vardır. Bunları ana başlıklar temelinde inceleyebiliriz.
Kürtleri kurtarmaya gelenler Kürtçe bilmiyordu
Her şeyden önce bölgenin sosyal-politik, askeri ve coğrafik etüdü iyi yapılmamıştı. Bunun için de ilk gruplar sadece askeri örgütsel sorunlarla karşılaşmadılar aynı zamanda Botan-Zağros bölgesinin sosyo-kültürel dokusuyla da uyuşmazlık yaşadılar. PKK’nin 1970-80lerdeki örgütsel kadro profili ile silahlı mücadele için öngörülen bölgenin(Botan-Zagros) insan profili farklıydı. Örgütün kadro bileşiminde de yöresel unsurlar yoktu. PKK silahlı mücadele kararı ile Hakkâri ve Şırnak bölgelerine ilgi duymaya ve açılım yapmaya başladı. Her şeyden önce bu ilk silahlı propaganda birimleri yöre halkının dilini bilmiyorlardı. Kürdistan dağları Apocular sayesinde ilk defe Türkçe ile tanışıyordu. Kürtleri kurtarmaya gelenlerin Kürtçe bilmemesi yöre insanında ciddi kuşkular yarattı. Türkçe düşmanla özdeş bir dil idi Hakkâri de. Peki bu gelenler düşman mıydı? Değilseler niye düşman dilini konuşuyorlar. Tabii ki o zamanın Hakkâri ve Şırnak’ın da “kardeş halklar” kavramı duyulmamıştı. Türk-çe Kürdün düşmanı olarak bilinir ve algılanırdı -ki bu algı- ayrı ulus olmanın aidiyet ölçüsüydü.
Filozof Adorno “Anadili insanın anavatanıdır” der. Ama PKK Türkçe konuşarak anavatanı -yani Kürdistan’ı -Kurtaracağını söylüyordu. Dil bir ulusun üzerinde yaşadığı toprağın kimliğidir. Dilin neyse kimliğin de o dur. PKK Hakkâri’ye geldiğin de yörede Türkçe bilenlerin sayısı bir elin parmak sayısını geçmezdi. Türk Devleti tarihi boyunca tüm asimilasyon araçlarıyla Hakkâri’ye Türkçeyi öğretemedi. Ama PKK 40 yıllık “Kürtlük” mücadelesiyle Hakkâri’deki çobana bile Türkçe öğretmeyi başardı. Kürdü Türkleştirme şerefi PKK’ye aittir Türk devleti pkk ile ne kadar gurur duysa azdır. Öcalan sorgusunda şöyle diyor: “benim yaşamın Türkçeyledir Yani ordayken de(Şam) hiçbir dilden iki kelime iki cümle öğrenmedim. Biraz Kürtçe biliyorum halk la biraz anlaşmak için ama her şeyimi düşünce yapımı, her türlü örgüt çalışmamı Türkçe yürütüyorum Türk düşmanlığını hiç hiç kabul edemem. Hakkâri’de ki bir çobana bile İstanbul Türkçesi öğrettim, diyorum” Bu tespitten de anlaşılacağa üzere PKK tüm çalışmalarını Türkçe yapıyordu. PKK içerisin de Türkçe konuşma başta basit bir talebe alışkanlığı gibi gözükse de zamanla bunun bir çeşit misyonerlik faaliyeti olduğu açığa çıktı.
PKK ulusu değil sınıf söylemlerini esas aldı
PKK ilk örgütlenme çalışmaları için bu kırsal bölgeleri tercih etmedi. Çünkü PKK ulusal değil sınıfsal kategorileştirme ile örgütlenme alanlarını belirliyordu. İşçi sınıfının olduğu kentlerde örgütlenmeye öncelik verdi. Bu sınıfsal bakış açısı kırsalı “devrimin dinamiği” olarak görmüyordu. Örgütlendiği coğrafyanın sosyoekonomik yapısı incelendiğinde PKK’nin ilk baştan itibaren ulusal değil de sınıf bir hareket olduğu görülecektir. Bu amaç ve sınıf bakışıcısından olsa gerek Botan-Hakkâri hattında halktan PKK’ye hiç katılım olmamıştı.
Ancak 12 Eylül darbesiyle birlikte PKK ilk örgütlenme alanlarını yitirdi ve bu da kırsala çekilme zorunluğunu beraberinde getirdi. Lübnan kaplarındaki eğitim çalışmalarının dağa taşınma süreci PKK’nin ideolojik çizgisini için ciddi tehlike arz ediyordu. Hakkâri-Botan sahası ulusal kimliği, milli kültürel değerleri ile örgütün sol çizgisi üzerinde egemen olabilirdi. Çünkü kırsal halkı Kürtlüğün tüm değerlerini en doğal haliyle yaşıyordu. Sol kavram ve değerler bu baskın ulusal atmosferde başkalaşıma uğrama riski taşıyordu. Pratik sahanın işleyiş üstünlüğü değişim diyalektiğinin ana gücüdür. Nitekim PKK’de de öyle oldu ve ülke sahası ve gerilla pratiği PKK’yi mutasyona uğrattı.
PKK’nin parti gerçeği ile pratik savaş sahasında gelişen askeri çizgi arasında ayrışma yaşandı. Bu mutasyon PKK’nin ideolojik ve örgütsel çizgisi üzerinde de etkili oldu. PKK’nin askeri örgütü HRK-ARGK ulusal bir çizgiye kayarken Parti kendi sol çizgisinde kaldı. Yani PKK askeri yapısı Kürtlüğün ana damarlarına kaydıkça sınıfsal özelliklerini yitirdi. Özelde Botan-Zağros ve genelde ülkeye açıldıkça ulusallaşmaya başlar.
Öcalan Ulusal çizgiyi çetecilik olarak değerlendirdi
PKK’nin ulusal çizgiye kayma süreci tamamıyla 15 Ağustos hamlesiyle gelişen gayri ihtiyari bir durumdu. Öcalan bu gelişen ulusal çizgiyi “çetecilik” olarak değerlendirerek kendi önderlik çizgisi için en büyük tehlike olarak gördü. Bu çizgi ayrışması ve çatışmasını yazının akışı içerisinde anlatılacak. Silahlı mücadelenin başlatılması için esas alınan bölge sosyal, kültürel ve coğrafik olarak Güney Kürdistan’ın bir parçası sayılır. Yörenin halkı Güney Kürdistan’daki Ulusal mücadelenin içerisinde yer alarak siyasal bir kimliğe sahipti. Çok iç içe geçen aşiret ve akrabalık ilişkileri sınırlar üstü bir etkiye sahipti. Bölgedeki mevcut aşiretlerin yarısı kuzeyde ve yarısı da güneyde kalmıştı. Örneğin aşağıdaki aşiretler; Zarza, Gerdi, Herki, Doski, Oremari, Pinyanişi, Nêrweyi, Rêkani, Qeşuri, Jirki, Goyi, Boti ve Ertoş’lerin diğer kolları her iki parçada da egemen aşiretlerdir. Yine de en çok bu bölge insanı Lozan’ın gündelik travmalarına maruz kalmıştır. Sınırlar bazı köylerin mahallelerini bile bir, birinden ayırmıştır. İşgalci-Sömürgeci literatüre göre köyün yarısı Türk diğer yarısı da Arap olmuştu. Lozan anlaşması ulusal, Fiziksel, psikolojik, sosyal ve ekonomik olarak en büyük tahribatı bu bölgede yaratmıştı. Bu gerçeklik sınırın her iki yakasındaki halkın geleceğini ve kaderini ortaklaştırmıştı. Bu sebeple de bölge halkı PKK öncesi zaten siyasal bir hüviyete sahipti.
PKK, Barzani mirasına yaslanarak Botan ve Hakkari’ye yayıldı
Barzani hareketi bu coğrafyanın siyasal ve askeri ürünüydü. Yöre halkının milli ulusal ve inanç değerlerini temsil ediyordu. PKK bölgenin sosyopolitik gerçekliğinin farkındaydı. Öyle elini kolunu sallayıp gelip yerleşeceği bir alan olmadığını hissediyordu. Bölgenin siyasal ve sosyal realitesine uygun davranmalıydı. PKK’nin teorik sol ezberleri Fırat’ın kıyısın da bir etkisi olabilir ama Xabur ve Zap’ın kıyısındaki bir kum tanesi kadar etkisizdi. Lakin 100 yıldır bu coğrafya halkıyla, dağıyla-taşıyla Kürdistan’i mücadelenin içerisindeydi ve güçlü bir mirasa sahipti. Yani siyasal açıdan öyle bakir topraklar değildi.
Şayet PKK bu gerçeği yok sayarak davranmaya kalkışsaydı 1978’de ki YNK’nin Hakkâri açılımı gibi bir sonla karşılaşması işten bile değildi. PKK bölgenin bu gerçeğin den hareketle PDK ile ilişki geliştirmesi elzemdi. PDK ile ilişkilenme iki sebepten dolayı zorunluydu. Birincisi bölgedeki halk siyasal açıdan PDK’nin kitle tabanıydı ve aktif mücadelenin içerisindeydiler. PKK’nin bu kitleye yeni bir siyasal kimlik kazandırmaya çalışması ciddi tepkilere yol açacak ve bölgede tutunamayacaktı. Bu bilinçle hareket eden PKK, PDK’nin askeri ve siyasi otoritesine riayet ederek kendi çalışmalarını aynı zeminde yürütmeyi esas aldı.
PKK’nin PDK’ye dayanmasının ikinci nedeni ise şuydu; PKK’nin silahlı mücadele için yeterli askeri eğitime sahip olmaması, dağ yaşamını yabancılığı, partizan savaşının temel esaslarını bilmemesi.
PKK, silahlı mücadeleyi başlattığı 15 Ağustos hamlesini PDK’nin imkanlarına dayanarak yaptı
PKK, PDK’nin engin tecrübelerine muhtaçtı. PDK’nin o bölgede sabit karargâh, eğitim ve üslenme sahaları mevcuttu. Peşmerge güçleri sınırı her iki yakasında mevzilenmiş olup coğrafik hakimiyete sahipti. PKK bu hazır güce dayanarak silahlı propaganda çalışmalarını yürüttü. Peşmerge kamplarında konumlandı, onların mutfağından beslendi, onların askeri malzemelerini kullandı kısacası gerillacılığın ilk abc sini PDK’den öğrendi.
15 Ağustos 1984 hamlesinin tüm hazırlık çalışmaları da bu imkânlar üzerinden yürütüldü. Şunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz; PKK 15 Ağustos atılımını PDK’nin sağladığı imkânlara borçludur. Şayet PDK kendi hakimiyet alanlarını (Haftanin-Zap-Miros-Lolan) eğitim ve üslenme kamplarını, maddi ve manevi olanaklarını o dönem bir elin parmak sayısı kadar olan PKK kadrolarına sunmasaydı ne 15 Ağustos hamlesi olabilirdi ve ne de bugün PKK gerillası diye bir şey den bahsedilebilirdi. 15 Ağustos bildirisini bile PDK’nin basın sorumlusu rahmetli Felekeddin Kake’yi kendi daktilosu ile yazıp çoğaltmıştı. PKK’nin silahlı propaganda birimleri o talebe alışkanlıkları ile bir yılda tasfiye olup biterlerdi. İdeolojik ezberlerle Kürdistan dağlarında bir gün bile ayakta kalınamayacağı bu öncü kadrolar çok geçmeden anlamışlardı. PKK’nin Botan-Zağros kırsalında tutunmasın da diğer önemli bir faktör PDK ile imzalanan “ulusal cephe” anlaşmasıdır.
1980’de Mehmet Karasungur’un keşif amaçlı olarak Doğu Kürdistan’a gitmesi ve ardından PDK ve PKK arasındaki ulusal cephe anlaşması, PKK’nin Kürdistan dağlarına gelmesinde ve gerilla savaşı vermesinde çok büyük avantajlar sağladı. Bu sürecin yakından incelenmesi tarihi açıdan oldukça önemlidir.