Elçi ve Anter Cinayetlerinin Düşündürdükleri

Elçi ve Anter Cinayetlerinin Düşündürdükleri

Tahir Elçi’nin Diyarbakır’da katledilmesi Kuzey Kürdistan’da gündemi oluşturmaya devam ediyor. Tahir Elçi tüm duyarlı Kürdler açısından değerli bir yurtseverdi; Siyaset tacirleri için de ölüsü iyi bir “yararlanma malzemesi…”

Hem devletçiler hem de PKK ve türevleri “kim öldürdü?” sorusu üzerinde durarak karşı tarafı suçlayıp kendisini aklama çabasında. Kuşkusuz ki bu tür olaylarda “tetiği çeken kişi” organizasyonda son halkadır. Bu nedenle tetikçiden yola çıkarak sağlıklı bir yargıya varmak olanaklı değildir.

Bu tür eylemlerin hepsinde mutlaka devlet vardır;

Bazen en üst düzeyde,

Bazen siyasi kadrolarıyla,

Bazen de alt askeri/polisiye ve istihbarat birimleriyle.

Bu nedenle devleti aklama çabaları ya cahilliktir ya da gizli devletçiliktir. Devletin suçlu olduğu noktasında zerre kadar tereddüt yok; sadece devletin hangi birimi/birimlerinin olaya katıldığı noktasında akıl yürütmelerde bulunulabilir.

Bu tür olayların ayrılmaz bir parçası ise, devletin taşeron çeteleridir. Mutlaka suçu yüklemeye çalışacağı taşeron bir örgüt bu işlerde rol oynar; genellikle de devletle “çatışma” halinde olan örgütler.

Çünkü devlet, kendi suçunu gizlemek/örtmek için bir taşerona ihtiyaç duyar her zaman. Bu tür olayların bir başka özelliği ise, sonuçta iki tarafta karşı tarafı suçlayabilecek argümanlara sahip olur.

Dikkat edilirse, devlet tüm argümanlarını PKK’yi (YDG-H) suçlamak üzerine;

PKK de tüm argümanlarını devleti suçlamak üzerine kurarken, her ikisi de olaydaki rolünü unutturmaya çalışıyor.

Bu tür olayların hedefinde yer alan insanların temel özelliği,

Hem iki tarafa da yakınlığının olmaları,

Hem de iki tarafın da hedefi olabilecek bağımsız bir kişiliğe sahip olmalarıdır; dahası duyarlı kamuoyunu harekete geçirebilecek kadar seviliyor olmaları gerekiyor. Kuşkusuz ki Tahir Elçi bu özelliklerin tümünü taşıyordu.

PKK’li değildi;

Ama legal örgütleriyle diyalogu ve bazı ortak etkinlikleri vardı. Klasik bir PKK şakşakçısı değildi;

Kürdistani duyarlılığı vardı;

PKK’nin istediği “yanlışların da militanı” değildi.

Kısaca hem uzak hem de yakındı PKK’ye. Bu konumu, hem düşman görülmesini hem de sahiplenilmesini de sağlıyordu.

Devletçi değildi;

Devletin kirli işlerini (JİTEM gibi) deşifre etmek gibi riskli işler yapıyordu.

Devletin “tatlı su aydınları” kategorisine girmedi; devletin “PKK teröristtir” söylemine ortak olmadı;

Ama devlet ile yakınlıkları da vardı mesleği gereği.

Sivil ve demokratik siyaseti savunduğu için PKK’nin silahlı kavgasını olumlamıyordu. Bazı sorunları diyalogla çözmek istediği için devletin bazı kurumlarıyla medeni ilişkilere giriyordu. PKK’nin argümanlarıyla devlete saldırmıyordu. Bu nedenle devlet tarafından da hem düşman hem de sahiplenilecek biri olarak görülebiliyordu…

Olayın yaşanma yeri ve biçimi her iki tarafın da bu işte rol oynadığını gösteriyor.

PKK’nin hendek kazdığı ve önemli ölçüde denetim sağladığı SUR’un hemen yanında olay oluyor;

Basın açıklaması esnasında aranan PKK’liler taksi ile alana geliyor;

Onlardan haberdar olan polis arabaya yaklaştığında vuruluyorlar;

Kaçan PKK’liler sivil polisler arasından kaçıp gözden kayboluyorlar;

Kaçanları polisler özellikle vurmak istemiyor ve her yerden silah sesleri; kimin kime ve nereye ateş ettiği belli olmayacak şekilde.

Olayın polisiye boyutu da, devletin işin mimarı olduğunu ve PKK’nin de bu işte devlet ile bağlantılı etkin rol oynadığını yeteri kadar gösteriyor.

Bu tür olayların bir özelliği de, devletin karşı tarafta söz sahibi elemanlara sahip olmasıdır. Ve büyük olasılıkla polislerin önünden kaçıp giden PKK’li aynı zamanda devletle bağlantılıdır; yani ikili bir misyona sahiptir.

Bu tür olaylarda “yakalandığında” her iki taraftan da gösterilebilecek özellikleri taşıyan birileri olmak zorunda. Bunu anlamak için geçmişe gitmekte yarar var.

Bilindiği gibi 90’lı yıllarda devletin JİTEM vasıtasıyla başrol oynadığı “faili meçhuller” dönemiydi. JİTEM’in hemen hemen tüm tetikçileri PKK itirafçılarıydı ve onları herkes tanıyordu. Bu itirafçıların bazı eylemleri devlete zarar vermesin diye onlara ikili bir rol verildi;

Hem JİTEMCİ

Hem de PKK’li. Kuşkusuz ki bu ikili rol devlet ve PKK’nin ortak kararıydı.

Tam da bu esnada PKK “itirafçılar için af” çıkardı. En ufak hatada veya en ufak eleştiride bile tereddütsüz infaz yapan PKK’nin “itirafçılara af” çıkarması kirli oyunun rahat oynanması içindi kuşkusuz. Böylece JİTEM tetikçisi eski PKK’lilerin bazıları tekrar PKK’ye döndüler. Aslında dönmekten ziyade her iki tarafla da çalışmaya başladılar; tabii ki kurumlarının kararıyla. Böyle olduğu için de kirli bir eylem olduğunda “kim yaptı?” sorusuna cevap alınamıyordu.

Çünkü PKK’nin işine gelmediğinde onlar “İTİRAFÇI/JİTEMCİ”dir, bizle bir bağları yok; devlet yaptı diyebiliyorlardı,

İşlerine geldiğinde de (olmadık bir samimi ortamda görüldüklerinde) “onlar aftan yararlandı devletten koptular ve tekrar PKK’ye katıldılar” diyerek kuşkuları dağıtıyorlardı.

Aynı şekilde devlet, suçüstü yakalanan JİTEM elemanları için onlar “PKK’li, devletin itibarını zedelemek istiyorlar” derken; olmadık bir yerde görüldüklerinde ise, “onlar bizim elemanlarımız, PKK içinde görev yapıyorlar” diyerek sorgulamanın önünü kesiyorlardı.

Tam da bu kargaşada Musa Anter katledildi.

Ve hâlâ devlet mi, PKK mi öldürdü soruları sorulabiliyor. Çünkü Musa Anter’i de karmaşık ilişkilerle ortakça katlettiler.

Musa Anter’i, itirafçılarla görüşmek ve tekrar PKK’ye dönmeleri için onları ikna etmek için PKK gönderdi. İstanbul’dan kimin emriyle gönderildiği sorusu hâlâ soruluyor. Ve Musa Anter PKK’nin isteğiyle JİTEM içinde yer alan eski PKK’lilerle görüşmeye giderken katledildi. PKK, “devlet”, Devlet ise “PKK” katletti diyor hâlâ.

Aslında ikisi de kısmen doğru söylüyor; çünkü Anter’i Devlet-PKK birlikte öldürdü.

Musa Anter öldürüldüğünde yanında Orhan Miroğlu vardı ve o da ağır yaralanmıştı. Miroğlu çok şeyi biliyordu; en azından İstanbul’dan kimin Musa Anter’i gönderdiğini ve olay sürecinde kimlerle görüşüldüğünü…

Ama Miroğlu hep sustu, ya da dikkatleri dağıtacak şekilde konuştu.

Şimdi PKK karşıtı olan ve AKP’den M. Vekili seçilerek devlete toz kondurmayan o! Miroğlu’na yönelik PKK medyasının suçlamaları var. Zamanında sorulmayan sorular ve hesaplar Miroğlu AKP’li olduktan sonra devreye girdi.

PKK medyası “Musa Arter’in ölümünde Miroğlu’nun rolü var” diyor…

PKK medyası doğru söylüyor! Miroğlu bu olayda bildiklerini anlatmıyor, anlatırsa çok kişinin maskesi düşecektir. Ama PKK medyasının unuttuğu bir şey var; ya da unutturmak istediği.

Miroğlu Musa Anter olayından sonra ilk ödülünü “susması için” devletten değil, PKK’den aldı. Legal alanda partilerinin Genel Başkanlığını yapmakla kalmadı, PKK’ye bağlı tüm legal kurumlarda yönetici yapıldı. Dahası Mersin’den Milletvekili adayı yapıldı:

Kısaca PKK her türlü olanağı yaratarak Orhan Miroğlu’nu ödüllendirdi; Musa Anter olayında susması için…

Uzun bir süre geçtikten ve Miroğlu devlet güvencesine girdikten sonra bu soruları soran PKK medyası samimi olamaz! Önce PKK tarafından ödüllendirilen Miroğlu, sonra, da devlet tarafından M. Vekili yapılarak ödüllendirildi. Çünkü iki tarafa da hizmetleri vardır; en azından susarak iki tarafın kirli işbirliğini sakladığı için “ödülü” hak ediyordur…

Musa Anter olayı ile Tahir Elçi olayı birçok açıdan benzerdir. Düşünebilme yeteneği olan herkes, Tahir Elçi’nin kirli ittifakın cellâtları tarafından katledildiğini bilir.

Zaten Elçi vurulduğunda, hem devlete hem de PKK’ye sesleniyordu; “operasyonları durdurun, hendekleri kapatın, hiç olmazsa çatışmaları bu tür alanlara taşımayın” diyordu…

Aslında Elçi, bu ortak ve kirli oyuna birlikte son verin, yeter artık demek istiyordu.

Bilindiği gibi hendek terörü konusunda daha önce HDP Van Milletvekli Adem Özcaner utana sıkıla ve dolaylı yoldan bir eleştiri yapmaya kalkışmıştı. Direkt eleştirme cesareti olmayan Geveri, Mücahit Bilicinin “Hendekleri/öz yönetimi eleştiren” bir yazısını sosyal medya hesabından paylaşmıştı. Bu paylaşım üzerine PKK medyası (özellikle sosyal medya üzerinden) öyle çirkinleşmişti ki, en hafif küfür “namussuz/şerefsiz/satılık” idi. Saldırılar karşısında korkakça davranan Geveri geri adım atmakla kalmadı adeta Günah çıkardı ve kendisini rezil etti; hâlâ konuşmaya cesaret edemiyor…

HDP eski Diyarbakır Milletvekili Altan Tan açıkça ve cesurca “Hendekleri” eleştirdi ve halkın büyük çoğunluğu bu işten rahatsızdır dedi.

PKK televizyonları ve MİT’in atadığı programcıları (Zana Azadi ve Ahmet Kahraman gibi) Altan Tan’a yönelik hakaretlerde bulunarak onu da sindirmeye çalıştılar. Tabii sosyal medyada da linç girişimi olanca hızıyla devam etti. Ancak Altan Tan cesur çıktı. Kendisine söz hakkı vermeyen PKK medyasını ve MİT kadrosundan PKK başına atanan satılık kalemleri eleştirdi ve terbiyesizliklerini açıkça ifade etti…

Ahmet Türk de hendekleri eleştirdi. Tahir Elçi de hendekleri eleştirip PKK tarafından aforoz edilenler gibi düşünüyordu ve sıklıkla hendeklerin yanlışlığına ve kapatılmasına dair görüş bildiriyordu.

Yani Elçi, PKK’nin konuşanı “hain” ilan ettiği bir konuda damarlarına basıyordu; gerçeği dillendiriyordu. Bu nedenle PKK’nin Tahir Elçi’ye (ölümüne) sahip çıkması tamamen politik çıkarlar gereğidir. Bu nedenle, Tahir Elçi’yi anıp PKK/HDP propagandasına alet etmek Tahir Elçi’ye de gerçekliğe de hakarettir…

Sonuç olarak;

Tahir Elçi Kürd olduğu, Kürdistanlı olduğu ve Kürdlerin Ulusal hakları noktasında duyarlı olduğu için katledildi. Bu cinayette Devlet-PKK ortak hareket etti. Devleti veya PKK’yi aklamaya çalışmak, cinayeti onaylamaktır ve yeni cinayetlere de onay vermektir.

Tartışacaksanız, “devletin hangi kanadı ile PKK’nin hangi kanadı” işbirliği yaptı konusu üzerinde tartışabilirsiniz; ama “devlet mi, PKK mi?” tartışması abestir ve cinayeti örtmeye yöneliktir.

Tekrar;

Tahir Elçi’nin ailesine, yakınlarına, sevenlerine ve tüm duyarlı Kürdistanlara baş sağlığı dilerken, katilleri (devlet ile PKK’yi) de lanetliyoruz…

Diğer Haberler