Hamas-İsrail Savaşı Din-Ulus ve Kürdler

Hamas-İsrail Savaşı Din-Ulus ve Kürdler, Süleyman Akkoyun

Amerika’nın Hamas’a karşı İsrail’e sınırsız destek kararı ile birlikte daha da hareketlenen Ortadoğu’da “din” ve “ulus” kavramları bir kez daha karşıt ve uzlaşmaz iki alan olarak Kürdlerin gündemine girdi. Bütün Müslümanları ilgilendiren bir konuda din ve ulus kavramlarının sadece Kürdlerde karşıt olarak algılanması ve bu çerçevede tartışılması düşündürücüdür. Özellikle sosyal medyada yaşanan tartışmalar, Kürdlerin devletsizliğinin nedenleri hakkında da ciddi veriler sunuyor.  Yaşanan tartışmalarda her zamanki gibi “ya bu, ya o” mantığıyla hareket edilerek taraflar bir birlerini tercihe zorluyorlar. Kürdlerin ulusal mücadelesine zarar veren bu kısır tartışmalarda en başta ciddi bir bilgi eksikliği ve ciddi bir mantık hatası olduğu açıktır.

Bilgi eksikliği, ulusal haklar ile inancın birbirini dışlayan karşıtlar olarak algılanmasından kaynaklanıyor.  Birini tercih etmek diğerinden vazgeçmeyi gerektirseydi, yeryüzünde bulunan iki yüzü aşkın devlet sahibi ulusun/halkın dinsiz olması gerekiyordu; ya da devletli tüm uluslar/halklar devletsiz olmalıydı.

İnsanın kültürel bir varlık olması, hem ulusal hakların hem de inançların (İnanç, sadece İslam veya tek tanrılı dinlerle sınırlı olmayıp her türlü inancı ve inançsızlığı da kapsayan bir alandır) kültürün bileşenleri olması, bu bileşenlerin bazen iç içe geçmesi ve çoğu zaman birbirlerini beslemesi de dikkate alındığında, ‘inanç mı, ulusal haklar mı?’ tercihini dayatmanın anlamsızlığı/yanlışlığı kendiliğinden ortaya çıkıyor. Bu yanlış bilgiyle yürütülen akıl yürütmelerde, “biri doğru ise diğeri zorunlu olarak yanlıştır” çıkarımı yapılarak klasik mantığın dar sınırlarına hapsolunuyor; körleşme, yabancılaşma ve aptallaşma da kaçınılmaz oluyor…

Kürdler de diğer halklar gibi inançları ve ideolojileri gereği dünyada yaşanan olaylara tepki verebilirler. Eleştiri konusu olan inançları veya ideolojileri gereği Kürdlerin Gazze-Hamas ve benzeri meselelere tepki göstermesi değildir/olmamalıdır da. Gazze meselesine tepki gösteren İslam ülkeleri (başta T.C. ve İran olmak üzere) kendi ulusal bayraklarıyla alanlara çıkıyorlar ve “Gazze ile dayanışma” gösterileri yaparken aynı zamanda dini duyarlılıkları kendi ulusal çıkarlarına/devletlerine hizmet edecek şekilde kullanıyorlar.

Başka bir deyişle, kimse ulusal haklarından vazgeçerek veya Filistinlilerin çıkarlarını kendi ulusal çıkarlarının önüne koyarak Gazze’ye sahip çıkmıyor. Dahası, Filistin meselesini adil bir şekilde çözmek bir yana, bu meseleyi (Filistinlilerin duygularını da) kullanarak iç sorunlarını çözmeye çalışan ve kendi kirli devletlerinin insanlık dışı uygulamalarını örtmeye çalışan; Filistin meselesini devletlerinin/iktidarlarının devamı için bir araç olarak kullanan yine bu İslam devletleridir. Halkı sokaklara döken bu devletler, İsrail ve Amerika ile direkt veya dolaylı olarak ilişkilerini sıcak tutan devletlerdir. Her alanda olduğu gibi Filistin meselesinde de sahtekârlık yapıyorlar ve halkın dini duygularını ulusal çıkarları/devletleri için bir araç olarak kullanıyorlar…

Bu gerçekliğe rağmen, Kürdistan’ın işgaline karşı çıkıp ulusal hakları için mücadele eden Kürdlerin aynı zamanda Gazze ile dayanışma içinde olmaları rahatsız edici değildir. Bu iki rolü oynayan Kürdlerin tutumu doğru veya yanlış olarak değerlendirilebilir; ama kendi içinde tutarlı bir tutumdur ve bu nedenle de rencide edici şekilde eleştirmek haksızlık olur. Eleştirilmesi gerekenler bu kategoride yer alan Kürdler olmamalıdır. Eleştirilmesi gerekenler, Kürdlerin ulusal haklarına duyarsız kalıp “Gazze fedaisi” rolüne soyunanlardır. Kürdistan’ı işgal altında tutan devletlerle ve bu devletlerin politikalarını savunan siyasi kurumlarla yan yana, onlarla aynı gerekçelerle ve aynı argümanlarla “Gazze ile dayanışmaya” kalkışmak aynı zamanda Kürdistan’daki işgali meşrulaştırmaktır.

Gazze meselesinde dikkat çekici nokta, tabanları Kürdlerden oluşan ve düşünsel olarak farklı kutuplarda yer alan HDP ile HÜDA-PAR’ın aynı noktada buluşmasıdır. HDP’nin, MHP-CHP-AKP ile ortak bir metne imza atması ve HÜDA-PAR’ın da devletçi kurumlarla ortak mitingler düzenlemesi, her iki partinin de devlet ağzıyla Filistin meselesine sahip çıkması ve Filistin meselesini Kürdistan meselesinden daha çok önemsemesi esas sorundur. Bu tutum, eleştirilip mahkûm edilmesi gereken bir tutumdur kuşkusuz. Şayet HDP ve HÜDA-PAR da Kürdistan bayraklarıyla dayanışma gösterilerine katılıp tüm haksızlıklara ve başta Kürdistan’daki işgal olmak üzere tüm işgallere karşı tepki gösterseydiler, “Gazze ile dayanışmalarına” söyleyecek sözümüz olmazdı.

İç hesaplaşmada bir birlerini yiyen Kemalistler ile Türk İslamcılar, Kürdler söz konusu olduğunda ve kirli devletin bekası mevzubahis olduğunda tereddütsüz uzlaşabiliyorlar; çünkü devletin bekası onlar için her şeyden önce geliyor. İşgalci devletlerin laikliği de, İslamcılığı da sahtedir ve yaratılan bu karşıtlık yapay bir karşıtlıktır. Bunun en somut örneği ise, Laik(!) Mustafa Kemal’in ilk meclisi açarken yanında imam bulundurması ve Kur’an okutmasıdır; Kemalizm’e karşıtlığıyla var olan İslamcı Tayyip’in iktidar olduktan sonra Atatürk savunuculuğunda herkesi geride bırakmasıdır.

Kemalistler ile İslamcıların Filistin konusunda da uzlaşmaları tamamen devletçi/Türkçü ortak çıkarları gereğidir.

Her konuda Kemalizm ile Türk-İslam’ın izlerini taşıyan HDP ile HÜDA-PAR’ın zıtlıklarına ve dönem dönem çatışmalarına rağmen Filistin meselesinde ortak bir refleks göstermeleri, tıpkı Kemalizm ile Türk-İslamcıların temel konularda uzlaşmalarına benziyor. Çünkü her iki parti de, devletin iki farklı kanadının Kürdistan ayağını temsil ediyorlar. Bu konuda her iki parti tabanında da ulusal kimlik ile İslamcı ve sol kimliklerini birlikte korumak isteyenler vardır; ama kurumsal olarak her iki parti de bir tercihte bulunup ulusal hakların önüne “İslamcı ve sol” hakları/kimlikleri koyarak devletçi anlayışın bir parçası olduklarını gösteriyorlar…

Kendi işgalcisine/tecavüzcüsüne göz yumup dünyanın başka bir yerlerinde özgürlük savunuculuğuna ve ahlak zabıtalığına soyunmak, ‘sömürgecilerin sömürgeleştirdiği toplumun insanını kişiliksizleştirdiği’ tezini doğrulamaktan öte bir şey değildir…

Süleyman Akkoyun

Diğer Haberler