Papa’nın Mart ayında Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Irak’a yaptığı ziyaretin etkisi hala devam ediyor. Pul restleşmeleri diye bileceğimiz süreç hala sona ermedi. Bunun da çok önemli siyasal, tarihsel ve diplomatik nedenleri var.
Her şeyden önce Papalık ve Vatikan siyasal bir kurum değil ama siyasal etkisi büyük bir kurum. Ayrıca gözü papa üzerinde olan Batı için Papa’nın Kürdistan bölgesinde karşılanma biçimi çok önemliydi. Herkes de biliyor ki Papa hiçbir Ortadoğu ülkesinde bu biçimi ile karşılanmaz ve Hristiyan ahalide bu kadar rahat Papa’yı karşılayamaz. Bu durum Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin tüm kimlikleri kapsayan fikri ve kurumsal ilkelerini ortaya koydu.
Önce net şu tespiti yapmak lazım: Kürdistan Bölgesi Ortadoğu için etnik, dini ve kültürel farklılıkların bir arada yaşayabileceği temel bir modeldir. Kürdistan bölgesi işgalciler tarafından kuşatılmıştır, Bölgedeki Anti-Kürt siyaseti nedeni ile ekonomik ve siyasal sorunlarla karşı karşıyadır. Anti-Kürt cephe Kürdistan’ın derinliğine güçlenmesini engellemek için büyük bir çapa harcamaktadır fakat tüm bu durumlar Kürdistan Bölgesinin dinsel taassup, tekçi zihniyet ve totaliter zihniyetli Ortadoğu içinde bir vaha olması gerçeğini değiştirmiyor.
Oysaki Kürtler 20’inci yüzyılda görmezden gelinmiş, yok sayılmıştı. Batı 16 Mart 1916 yılında imzalanın Sykes Picot anlaşmasından Lozan’a kadar geçen süreçte Kürtleri bölüşülecek bir yapı olarak görmüştü. 1919 yılındaki Paris Konferansı ve Sevr’de bile aslında Kürtleri bir ulus olarak kabul etmemiştir ve Kürdistan’ın bütünlüğünü de tam olarak kabul edilmemiştir. Lozan ise tüm süreçlerin sonucu olmuştur. 24 Temmuz 19232 Lozan anlaşması ile Kürtler için katliam, soykırım, asimilasyon, savaşlar ve uzun bir acılı sürecin artık tüm hızı ile start almıştır. Tüm bu anlaşmaları batılı ülkeler yaptı. Bölgedeki anti-Kürt cepheye de Kürtlere karşı her şeyi yapma hakkı verildi. 1990’dan beri bu durum değişiyor. Yani aslında Sykes-Picot’tan beri var olan Kürtleri yok sayma anlaşmalarının ilk çatlağı Güney Kürdistan’dır. Güney Kürdistan’ın Kürdistan Bölgesel Yönetimi ismi ile meşrulaşması tüm bu anlaşmalardaki ilk çatlaklardır. Bunun için Kürdistan Bölgesel Yönetimine karşı olmak Lozan’ın çatlamasına karşı olmaktır, Ortadoğu’daki statüyü korumaktır. Şimdi ise Rojava küçük bir çatlak olarak bu sürece dahil olmuştur.
Ortadoğu’da ki Arap Baharı denen süreç ile Sykes-Picot büyük bir deprem yaşandığını görünür kıldı. Papa’nın gelişi de yok sayılan Kürtlerin hala ayakta olduğunu, hatta Ortadoğu’daki en güçlü müttefik olabileceğini, Ortadoğu için uygun modelin Kürdistan Bölgesel Yönetimi olduğunu gösterdi. Yani Lozan artık çatırdamıştı.
Pul meselesi aslında Lozan meselesidir. Pul meselesi aslında anti-Kürt cephenin Lozan’da ki çatırtıyı artık daha derinden hissetmeleridir. Yıllardır Kürtler karşısındaki her uygulamalarına görmezden gelen Batı siyaset dünyasının artık Kürtlerin yanında olduğunu açık açık görmeleridir.
Anti-Kürt cephenin başını çeken Türkiye bu pul meselesinde tam bir çılgına dönmüştür. Çünkü Kürdistan Bölgesinin bu diplomatik başarısı Türkiye’yi Efrin gibi Rojava kentlerinden çıkmaya mecbur bırakacak bir sürecin önünü açıyor. AP’nin HSD’yi 13 Mart günü kendi müttefiki olarak ilan etmesi de bu sürecin bir parçasıdır. İran ise kendi bahçesi gibi kullandığı Irak’ın bu durumdan direk etkileneceğini bildiği için çok öfkelidir. Kaldı ki hepimiz İran’a bağlı Haşdi Şabi’nin neden Papa gelmeden önce Hewler’e füze atarak ziyareti sabote etmek istediğini daha iyi gördük. Amaç papayı durdurmak ve Lozan’daki çatırdamayı biraz daha ötelemekti, olmadı. Yani İran ve Türkiye’nin bundan sonra Kürdistan Bölgesel Yönetimine karşı hamleleri devam edecek. Daha dikkatli olunması gereken daha zor bir süreçle karşı karşıyayız yani.
Özellikle de Türkiye anti Kürt meselesinde çok daha fazla istekli görünüyor. Pul meselesinde en büyük gürültüyü Türkiye yaptı. Bazı çevreler Türkiye bunu iç malzeme haline getirdi, seçimler için yatırım yapıyorlar dese bile gerçek bu değildir. Gerçek Türkiye Cumhuriyetinin kendi varlığını Kürtlerin yokluğu üzerine kurduğu gerçeğidir. Türkiye devlet geleneği teklik üzerine kurulmuş bir sistemdir. Türkiye’de yaşayan herkesi Türk kabul eden bir sistem var. Türkiye’nin Kürt tahammülsüzlüğü sadece Erdoğan ile de ilgili değil. Türkiye devlet aklı ile ilgili bir durumdur. Türkiye ilk günden bu yana Kürt karşıtıdır. Sadece Kürtlere ihtiyaç olunca 1071’de Anadolu’da Bizansı beraber yendik, Çanakkale’de beraber savaştık denir. Türkiye’ye göre en iyi Kürt ölü Kürt’tür.
Türkiye Kürdistan Bölgesel Yönetiminin varlığını ise 1990’dan beri kabul etmemiştir. Şimdi de Mecliste gurubu bulunan bulunmayan tüm partiler kim daha fazla Güney Kürdistan’a karşıtlık yaparız yarışına girmişlerdir. Geçmişte Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile yapılan görüşmeleri bile yapmamamız gerekirdi diye tartışıyorlar. O kadar abarttılar ki nerdeyse Papa’nın gelişini büyük bir emperyalist oyun olarak gösteriyorlar, hatta Haçlı Seferi olarak görüyorlar. Bu batı dünyası ile Lozan’ı imzalayan kendileri değilmiş gibi, yıllarca NATO’nun 3’üncü büyük ordusuna sahibiz diye övünen kendileri değilmiş gibi hareket ediyorlar. Türkiye batının müttefiki olarak kuruldu, kendisine Doğu bloğuna karşı bekçilik görev verildi. Sonra da Güney Kürdistan’da ki Kürt canlanmasına mecbur kabul etti. Türkiye’nin bu dönemi sona ermemiştir. Türkiye bundan sonra da Kürdistan adını çokça duyacaktır, Türkiye bundan sonra da Kürdistan haritasını çokça görecektir. Kürt atasözü derki “dünya ne bı zorêye bı dorêye” yani “yaşam sadece güçle olmaz her kesin sırası var”. Eğer dünya sıra ile de olsa artık Kürtlerin sırasıdır, eğer dünya güçle bile olsa artık Kürtlerin gücü vardır. Bunun için Türkiye siyasası boşta olmak üzere tüm kurumları Kürdistan ismine, haritasına ve renklere alışacaktı, alışmak zorundadır. Biz Kürtler bazen biraz sessiz kalacağız, bazen biraz geri çekileceğiz, Türkiye’yi idare edeceğiz. Bunlar uluslararası siyasetin, diplomasinin zamanlaması ve gereği ile ilgili durumlardır. Bunlar güçsüzlük değildir. Zamanı gelince Lozan belgesinin nüshalarını da yakacağız, herkes de Kürdistanı kabul edecek. Papa sadece bu gerçeği görünür kılmıştır, öfke de bunadır.