65 bin yıl önce bu günkü Erbil ili sınırlarında kalan Şaneder mağarasında Neanderthal insanlar ölülerini gömüyor ve üzerine çiçek bırakıyordu. Aynı insanlar başka yerlerde ölen insanları da getirip aynı yerde gömüyordu. Ölüme ne anlam verdiklerini tam bilemeyiz ama çiçek bırakmaları ölüme hüzün ve ayrılık anlamı yükledikleri izlenimi veriyor. Yani bir yas var. Diye biliriz ki yas tutma, öleni anma hakkı insanoğlunun bildiğimiz en eski haklarından biri. Bu gün için bile öyledir. Yas tutmak, öleni anmak bir haktır. Hatta üzerinde hiçbir tartışma bırakamayacak kadar derin bir haktır. Ama bazen bu hakkı kullanmak için bile ölümüne direnmeniz gerekir.
İşte Nilüfer Akbal’ın hikayesi de bir ölüyü anma meselesi ile başladı. Nilüfer Akbal 15 Kasım Seyit Rıza ve arkadaşlarının idam edilişinin yıl dönümünde kendi sosyal medya hesabından “Seyit Rıza Pirimizi saygı ile anıyorum” dedi. Sonra bir gurubun saldırısına uğradı. Ona “ölüyü anma hakkın yok, yas tutma hakkın yok” dendi, ölümle tehdit edildi, çirkin dendi, küfür edildi. Aynı gün Seyit Rıza ve Şeyh Saidi anan Yıldız Tilbe de Türk faşistlerinin saldırısına uğradı. Aslında her sanatçıya da saldıranlar aynı ideolojik dünyadan besleniyordu: Faşizm.
Akbal’a saldırıyı başlatanlardan biri PKK televizyonlarının sunucularından Gule Algunerhan oldu. Paris’te büyümüş Kürdistan, ülke, tarih, sömürgecilik hakkında hiçbir bilgi sahibi olmayan Algünerhan büyük bir pervasızlık gösteriyordu. Algünerhan kendisi Paris banliyölerinde esrar çekerken Nilüfer Akbal’ın Türk faşizmine rağmen “ Miro” diye haykırışını ve Kürtlere tarihini hatırlattığını bilemez elbette. Sorunumuz Algünerhan’ın kişiliği ve geçmişi değil bu denli pervasız olması, bir kadına saldırma cesaretinin sosyal ve siyasal temelleri ile ilgilidir.
Marina Abramoviç ve tepkisizliğin vahşileştirdiği kalabalıklar
Marina Abramoviç 1979 yılında bir performans sergilemeye karar vererek 6 saat boyunca izleyicilerin tüm eylemlerine karşı tepkisiz kalacağı bir gösteri düzenler. Gösterinin adı Rhythm 0’dır. Gösteri alanında bir masanın üstünde 72 parça eşya vardır. İçinde zincir, bıçak gibi birçok eşyanın olduğu aletleri izleyiciler kullana bilecektir. Gösterinin ilk saatleri iyi geçer, insanlar gülüyor, Abramoviç’e kek yedirmek istiyordu, her şey güzel başladı. Fakat sonra biri çıktı ve Marina’ya bir tokat attı. Kötülük kanserli bir hücre gibidir, eğer vücut savunmasızsa hızla büyür. Rhythm 0’da Marina’nın tepkisizliği güç verir kötülüğe. İnsanlar vücudunu jiletlerler Mariana’nın, tabanca dayarlar kafasına, tacize uğrar, elbiselerini yırtarlar ve en son biri tecavüze yeltenir. En sonunda kalabalıktan birileri tepki gösterir ve o çirkin kalabalığı durdurur.
Nilüfer Akbal’ın PKK sempatizanlarının ve kadrolarının saldırısına uğraması ile Mariana Abramoviç’in saldırıya uğraması arasında kötülüğün antolojik varlığını açıklaya bileceğimiz bir bağ vardır. Aslında Nilüfer Akbal’da sessiz kalmamıştır. Edebi, üslubu ve saygıyı hatırlatır bir biçimde tüm hakaretlere cevap vermiştir. Bizim de başlığa Nilüfer Akbal’ı savunmak diye yazışımız sadece bir teşbih meselesidir. Yoksa o kendini savunmuştur önemli olan kötülüğe karşı hepimizin sesini yükselte bilmesidir. PKK’nin ve etrafında biriken kadrolarının, sempatizanlarının bu kadar pervasız olmalarının nedeni şimdiye kadar eş düzeyde ve yeteri kadar tepki ile kendilerine cevap verilmemiş olmasıdır.
PKK’nin sosyal faşizmi
PKK’nin amaçları, sömürgecilerle ilişkisi vb. konuları burada ele almayacağız. Ama PKK tüm farklıları ezme, kendinden olmayanın yaşam hakkını elinden alma düzeyinde bir faşizm dayatmaktadır. Evet, PKK biraz güçlendiği her yerde kendisinden olmayan ne varsa biçer, söker atar. PKK bunu yaparken oldukça cesurdur. Bu cesaretinin ise iki nedeni vardır, Kürt toplumunun cahil bırakılmış olması ve aydınların sessizliğidir. Kürt halkının gerçek anlamda bir aydınlanmaya ihtiyacı vardır.. İnsanları taraf olmaya mecbur eden, bir sanatçıdan bir devrim önderi gibi davranmasını bekleyen, kendi kitlesini motive etmek için hep sanal düşmanlar yaratan PKK Kürt toplumuna sömürgecilerden daha büyük zarar vermektedir.
Kürt insanları körleştirilmiştir, Abdullah Öcalan’ın uçaktan inince “ Devletime hizmet etmek istiyorum” dediğini ya bilmeyen ya da bilse bile idrak edemeyen bir topluluk var. Ve o topluluk TRT’de sanatçılık yapan birini hain ilan ediyor, öldürmekle tehdit ediyor. TRT Kurdi hikayesi bura da yazılamayacak kadar uzun bir hikayedir. Türkiyelilik üst kimliği altında birleşmeyi hedef alan, hatta “gerilla bile devletin savunma gücü olabilir” diyen bir siyasi hareketin bir TV’deki insanları hain ilan etmesi meselesi siyasi bir amaçla ilgilidir. PKK Kürtlerin kendisi dışında hiçbir yoldan hiçbir bilgi edinmesini kabul edemez. Yoksa TRT Kurdi belki de Kürtlerin örgütlü yaklaşmış olsaydı belli kazanımlarının olduğu bir alan olacaktı. Fakat mesele bu değildir. Ya PKK televizyonu çalışanısınız ya da hainsiniz. Ya PKK çatısı altında yaşarsınız ya da yoksunuz. Ya benimsin ya kara toprağın diyen bir gericiliktir PKK siyaseti. Apaçilik PKK’nin siyasetini tanımlamak için çok naif bir kavramdır. İşin gerçeği ortada sıkı bir sosyal faşizm vardır. Kürt gençleri artık bu faşizme karşı sesini yükseltiyor, kimse artık PKK karşısında boynunu eğip, sen bilirsin ağam demiyor. Fakat ortada PKK’nin sayıca az ama kalabalık yapan bir kitlesi var. Kürt ulusalcıları PKK’nin sopa gibi kullandığı bu kitleyi PKK’nin elinden almalı veya PKK sosyal faşizminin sesini yeni bir sesle bastırmalı.