Türkiye’nin 9 Ekim’de Rojava’ya dönük işgalinin başlaması ile beraber Türkiye ve Recep Tayyip Erdoğan’ın son on yıllık geçmişi tartışılmaya başladı. Türk devleti ve Erdoğan devletler düzeyinde Katar dışında desteklenmezken, entelektüel dünyadan da birçok olumsuz yorum aldı.
Türkiye’nin Rojava saldırısındaki amaç artık açık açık tartışılırken, özellikle Ebu Bekir El Bağdadinin Türkiye gözlem noktalarına bu denli yakın öldürülmesi de gözlerin DAiŞ-Türkiye ilişkilerine çevrilmesine ve konuların açık açık dile getirilmesine yol açtı.
Türkiye’nin Rojava’da ki amacını ve sonuçlarını ünlü Foreign Policy dergisi de gündemine aldı. Steven A. Cook imzalı makalede Erdoğan’ın kendisinin de Rojava’da ne yaptığını bilmediği iddia edildi. Ayrıca savaşın sonunda Erdoğan’ın kaybedeceği vurgulandı.
Cook makelesinde uluslararası çevrelerin yaptırım kararlarına rağmen Ankara’nın görüşlerini ve eylemlerini değiştiremediğini vurguladı.
Türkiye’nin Suriye’de YPG’yi geriletse bile güvenli bölge kuramayacağını belirten Cook’un yazısı genel olarak şu konulara değiniyor.
“Suriye’ye asker gönderen Türkiye’nin temel dört hedefi var görünüyor: Suriye’de Kürt kontrolünde bir bölgenin kurulmasını engelleme, Erdoğan’ın popülaritesini arttırma, YPG’yi yok etme ve Suriyeli mültecileri oraya yerleştirme.
Suriye’de özerk bir Kürt bölgesinin artık hayal edilemeyeceği ortada ve Erdoğan’a verilen politik destek son altı aya kıyasla arttı.
Buna karşın Türkiye’nin diğer iki savaş hedefi daha karmaşık görünüyor. Ankara’nın bu ikisini başarmak için ne gibi bir stratejisi olduğunu sorgulamak haklı bir talep – varsa öyle bir strateji elbette.
Strateji komik bir terim. Sıklıkla, bir stratejiyi izleme yöntemi anlamına gelen taktikle karıştırılır. En temel manada, bir strateji geliştirmek, hedef belirlemek, bu hedefleri ulusal kaynaklarla eşleştirmek, düşman ve müttefiklerin verebileceği olası karşılıkları hesaba katmak ve bu sorunlara verilecek yanıtlar çerçevesinde önerilen yaklaşımı yeniden değerlendirmek demektir.
Erdoğan ve danışmanlarının böylesi bir süreçten geçtiği meselesi ise oldukça şüpheli. Türk ordusunun YPG’yi sınırdan uzaklaştırma kapasitesi olduğuna hiç şüphe yok. 20 mil derinliğinde, 275 mil uzunluğunda bir güvenli bölge kurmak ise tümüyle bambaşka bir şey.
Televizyon ya da gazetelerde, harita üzerinde göstermeye benzemez ancak Türkiye 5 bin 500 mil karelik bir bölgeden bahsediyor, (Delaware’in neredeyse üç katı büyüklüğünde bir alan) Erdoğan, 3.5 milyon Suriyelinin buraya gönderilmesinden bahsediyor. Bu, Connecticut büyüklüğünde bir nüfusu taşımayı ve yönetmeyi içerir. Birkaç yüz bin kişi bile, lojistik ve halkla ilişkiler açısından bir kâbus gibi görünüyor.
Halep’ten gelen insanlar muhtemelen Halep’e dönmek isteyecektir, ev bilmedikleri, bağları olmayan ve güvenlik koşulları kırılgan bir yere değil. Erdoğan, Suriyeliler geldikleri yere yerleşebilsin diye güvenlik ve istikrar tesis etmek istiyorsa, o halde askeri harekâtı bir işgale dönüşecektir.
Türk hükümetinin bu sonuçtan kaçınmak için bir planı var mı? Türkler Suriye’de saplanıp kalma riski ile karşı karşıya ve Ankara Suriye Milli Ordusu olarak nitelendirdiği gruptan yardım alırken, Erdoğan’ın bir planı yok gibi görünüyor. Ve bir planınız yoksa hedef olursunuz.
Eğer PKK YPG, YPG de PKK ise, o halde 1984 yılından bu yana savaştığınız kişilerle savaşıyorsunuz demektir. Şu ana kadar elde edilen askeri başarı her ne ise, YPG ve PKK elinde toprak bulundurmak için kurulmadı. Uzun zamandır yaptıkları şeyi yapmaya devam edecekleri düşünülebilir – Suriye’de Türkiye’ye karşı gerilla savaşı ve Türk vatandaşlarının kanını akıtmak.