Şam ve HSD anlaşması: Kim kazandı kim kaybetti?

Şam ve HSD anlaşması: Kim kazandı kim kaybetti? Mazlum Abdi , Ahmet Şara, Paris toplantısı, Suriye, Öcalan, Salih Müslüm, Ferhad Şami,

HSD lideri Mazlum Abdi ile Suriye Geçici Yönetim Başkanı Ahmet Şara arasında 10 Mart günü bir anlaşma imzalandı. Anlaşma sonrası tüm siyasi taraflar ve siyasetle ilgili olanlar kim kazandı kim kaybetti tartışması yapıyor. Ortadoğu sahasındaki tüm siyasi aktörler ve güçler şu an kendilerinin kazandığını ve iddia ediyor.

Oysa ki bu anlaşma sonucu hiçbir siyasi güçler tam olarak kazanmamıştır. Herkes bir iki santim ilerlemiş veya gerilmiştir. Ortada hiçbir taraf için ne zafer vardır ne de yenilgi.  Bu anlaşma sadece herkesin bir an için mola verdiği, zaman kazandığı ve önünü daha iyi görmek için sislerin dağılmasını beklediği bir anlaşmadır.   Nihayi değildir, geçicidir.  Herkesin nihayi anlaşmaya kadar kendini toparlayacağı bir süreçtir. Bu nedenle bununla çok büyük umutlar veya çok büyük ümitsizlikler yaşamaya gerek yoktur.

Fakat özellikle de Kürtler açısından bu süreç oldukça önemli ve hassastır. Bu anlaşma Kürtler açısından da nihaiyi bir anlaşma değildir.  Ne çok karamsar olmaya ne de büyük bir zafer var gibi ortada naralar atmaya gerek yoktur. Hatta bu anlaşma metninde Kürtler somut bir kazanım elde etmemiştir. Kürtler gerçekten aklı selim biçimde bu belgenin negatif ve pozitif yönlerini tartışırlarsa geleceğe güvenli adım atarlar. Yoksa yok ben yaptım oldu, bitti yaklaşımı ile hiçbir şey kazanılmaz. Bu nedenle objektif olarak bu anlaşmaya bakmak gerekir.

Baştan söylemek gerekir bu anlaşmanın temel olumlu yönü şudur: “Türkiye’nin Rojava üzerindeki operasyon ve işgal söylemleri” boşa düşmüştür.

Birkaç başlıkta durumu özetlersek…

  1. Madde Kürt haklarını garanti altına alan bir madde değildir

Anlaşma’nın 1. Maddesindeki “Tüm Suriyelilerin siyasi süreçte temsil edilme ve devlet kurumlarına katılım hakkı, dini ve etnik kökenlerinden bağımsız olarak liyakat esasına göre güvence altına alınacaktır” sözü de Kürtler açısından bir anlam ifade etmez. Çünkü şimdiki hali ile Ahmet Şara’nın Dış İşleri Bakanı da Hasekili bir Kürt’tür. Önemli olan Kürtlerin bireysel temsili değil Kürtlerin ulusal temsilidir. Yoksa Mazlum Abdi’yi bile Ahmet Şara’nın yerine koysanız bu Kürttlerin pozisyonunun değiştirmez. Turgut Özal’da Kürt’tü, AKP yönetiminde onlarca Kürt bakan vardı ve Kürt olduklarını söylüyorlardı.

  1. Madde Kürtlerin ulus olduğunu ret etmiştir: Kürt toplumu denmiştir

Anlaşmanın 2. Maddesinde Kürtlere ilişkin bir tanım vardır.  “Kürt toplumu, Suriye devletinin asli bir unsuru olarak kabul edilecek ve vatandaşlık hakları ile anayasal hakları güvence altına alınacaktır.”

 Bu madde Kürtlerin adının geçmesi açısından olumludur ama Kürtlerin kendini yönetmesini kapsamamaktadır. Zaten maddenin Arapça metninde de Kürt halkı, Kürt ulusu, Kürt milleti gibi bir kavram kullanılmamış sadece Kürt toplumu denmiştir. Toplum nedir? Bir arada yaşayanların oluşturduğu guruptur. Yani karıncalarda bir toplumdur, arılarda bir toplumdur. Anlaşmada Kürtlerin toplum olarak kelimesi Kürtlerin milli varlığını görmezden gelmek demektir.  Yani anlaşmada Kürt hakları ve Kürtlerin kendini yönetme hakkı diye bir şey yoktur.

Unutmamak gerekir ki Süleyman Demirel’de 1991’de çıkıp “Kürt realitesini tanıyorum” demişti. Sonuç olarak Türk devletinin Kürt siyaseti bellidir. Kürtleri ayrı bir ulus olarak tanımayan her yaklaşım sömürgeciliğin değişik yoğunluklu varyantlarıdır.

HSD sözcüsü Ferhad Şami ve Salih Müslüm gibi isimlerin anlaşma maddelerini tesfir edip “Aslında şu madde şu demektir, bu madde demektir” diye allayıp pullamasına gerek yoktur.  Açıkçası anlaşmada Kürtler kazandı dememizi gerektirecek bir madde yoktur.   Bu anlaşmada şimdilik herkes Üniter Suriye’nin kazanması için çabalamıştır.

Tarihi bir atıf yapacak olursak 11 Mart 1970’e Mele Mustafa Barzani ve Irak’ın eski lideri Saddam Hüseyin’in arasında imzalanan anlaşmada Kürtlerin hakları çok daha net ortaya konmuştu.  Yani 10 Mart 2025 anlaşması, 11 Mart 1970 anlaşmasından çok daha az taleplerde bulunmuştur.

  1. Madde Kürtlerin 12 yıllık Özerk yapıları teslim etmesidir

Anlaşmanın 4. Maddesi: 4-Kuzeydoğu Suriye’deki (Rojava) tüm sivil ve askeri kurumlar, Suriye devleti yönetimi çerçevesinde entegre edilecek; sınır kapıları, havaalanları ve petrol ile gaz sahaları devlet kontrolüne alınacaktır.” Demektedir.
bu da şu anlama geliyor Rojava’da 12 yıldır devam eden ve yarı devlet gibi tanınan özerk yapılar maalesef ki Şam’da veriliyor. Bu Kürtler için büyük bir kayıptır.
Bu maddenin nasıl uygulanacağı da belirsizdir.

Temelde Kürtleri ilgilendiren bu üç maddeye bakınca şunu söyleye biliriz. Bu anlaşma bir zafer anlaşması değildir. Kürtlerin 14 yıldır Rojava’da verdiği sayısı 40 bini aşan şehit, göç ve yıkımı karşılından yapılan anlaşma Kürtlerin kimlik ve halk talepleri açısından oldukça zayıf bir anlaşmadır.

 

Öcalan’ın “Misaki Milli ve Eşme Ruhu” bloke oldu

Bu anlaşma Kürtlerden çok eski HTŞ lideri Colani’nin hükümetini daha kabul edilir hale getirmiş, Avrupa ziyareti öncesi itibar kazandırmış ve Alevi katliamını biraz geri planda bırakmıştır. Bu zamanlamadan elbette ki Kürtler sorumlu değildir. Bu zamanlamayı oyun kurucular yapmıştır.

Bu anlaşma HSD ve Şara yönetiminin konsensüsü ile olmamıştır. 14 Şubat’ta Paris’te yapılan Suriye konulu toplantının sahadaki sonuç bulmuş halidir. Yani bu anlaşma ABD ve Fransa’nın ajandasına göre yapılmıştır. Kürtler bu konuda çok avantajlıdır. 1. Dünya savaşında sistemin hakim güçleri Kürtleri parçalıyordu, bu kez ise Kürtleri belli düzeyde tutmak istiyor. Bu Rojava için çok büyük bir avantajdır. Türkiye’yi de bu güçler frenlemiştir.

Hatta aslında bu anlaşma Abdullah Öcalan ile Türkiye arasındaki Rojava ajandasını da bloke etmiştir. Salih Müslüm ve PKK çevreleri “Anlaşma Öcalan’ın Rojava’ya gönderdiği mektup ile uyumlu” dese de gerçek öyle değildir. Eğer Öcalan’ın mektubu çok onurlu bir mektup olsa çoktan okunmuştu.

Mektup Rojava Kürtlerini yok sayan bir mektup olduğu için okunmuyor. Ayrıca Rojava’da Öcalan çizgisi kazanmamıştır.  Çünkü Öcalan’ın genel çizgisi “Misaki Milli’dir” Rojava için çizgisisini ise 2014’te ortaya koydu: “Eşme Ruhu” yani Rojava’nın Türkiye’nin denetimine girmesiydi, o da olmadı.
Fakat hala Rojava’nın önündeki iki büyük tehlike vardır: Birincisi Türkiye ikincisi Öcalan…

Maalesef ki Rojava’daki hakim siyasi yapı Öcalan ve PKK şerbetini tadmış insanlardır. Bu nedenle meseleye milli ve Kürdistani bir çerçeveden bakacak güçleri yoktur. Bu zihniyet Rojava’da 12 yıllık bir zamanı Kürtlere kaybettirmiştir. Eğer baştan Kürtler doğru pozisyon alsa şimdi durum başkaydı. Rojava’yı kurtaracak şey Öcalan ve PKK’den uzak durup, Kürdistani olmasıdır.

Yine de tümden karamsar olmamak gerek, fakat öyle Mazlum Abdi’den şundan bundan kendine yeni putlar da yapmamak gerek.  Bu anlaşma nihayi sonuç değil bir başlangıçtır. Rojava tüm Kürtlerin korunmasını istediği bir yerdir.

Diğer Haberler