Birleşmiş Milletler (BM), küresel barışı ve güvenliği sağlamak amacıyla 1945’te kurulmuş olsa da, yıllar içinde tarafsızlık ve etkinlik konusunda ciddi eleştirilere maruz kalmıştır. Rojava’ya yönelik Türkiye Cumhuriyeti (TC) ve ona bağlı Suriye Milli Ordusu’nun (SMO) saldırıları, BM’nin bu çifte standardını ve küresel güçlerin bölgesel çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini bir kez daha gözler önüne sermektedir. BM’nin bu saldırılar karşısında sadece “endişe duyuyoruz” şeklindeki açıklamalarla yetinmesi, uluslararası hukukun ne denli siyasallaştırıldığını ve özellikle Batı’nın (ABD ve Avrupa ülkeleri) kendi müttefiklerinin ihlallerine karşı kör, sağır ve dilsiz olduğunu göstermektedir.
Bu makalede, BM’nin Rojava’daki insan hakları ihlallerine karşı kayıtsız kalışının nedenleri, Batı’nın ikiyüzlü politikaları ve Rusya’nın pozisyonu ele alınacaktır.
BM, teoride uluslararası hukuk çerçevesinde insan haklarını korumakla yükümlü bir örgüttür. Ancak pratikte, büyük güçlerin politik ve ekonomik çıkarlarına göre hareket etmektedir. Rojava’ya yönelik saldırılar, 2018’den beri artarak devam etmesine rağmen BM, hiçbir somut adım atmamıştır. Bunun başlıca sebepleri arasında, BM Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) daimi üyelerin veto yetkisi ve Batı’nın Türkiye ile olan stratejik ilişkileri yer almaktadır. Türkiye’nin NATO üyesi olması, Batı’nın bölgedeki çıkarlarına hizmet etmesi nedeniyle, ABD ve Avrupa ülkeleri Türkiye’ye yönelik herhangi bir yaptırımın önünü kapatmaktadır.
Türkiye’nin jeopolitik konumu Batı için kritik bir öneme sahiptir. Avrupa Birliği (AB), mülteci anlaşmaları ve enerji hatları nedeniyle Türkiye ile iyi ilişkiler sürdürmek istemektedir. ABD ise Türkiye’yi tamamen kaybetmemek adına, Ankara’nın bölgesel operasyonlarına göz yummaktadır. Bu stratejik çıkarlar, BM’nin ve Batılı devletlerin Türkiye’nin Rojava’daki askeri operasyonlarına karşı sessiz kalmasının en temel nedenlerinden biridir.
Öte yandan, BM ve Batılı devletler Ukrayna’da Rusya’nın işgaline karşı sert tepkiler gösterirken, Türkiye’nin Rojava’ya yönelik operasyonlarını görmezden gelmektedir. Oysa Türkiye destekli grupların işlediği savaş suçları, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (OHCHR) raporlarına bile yansımış durumdadır. Ancak bu raporların hiçbir hukuki yaptırımı olmamıştır. Batı’nın insan hakları konusunda gösterdiği çifte standart, uluslararası hukukun sadece siyasi bir araç olarak kullanıldığını gözler önüne sermektedir.
Rojava, Suriye’nin kuzeyinde Kürtler, Araplar, Süryaniler ve diğer etnik gruplar tarafından inşa edilen özerk bir bölgedir. 2014’ten itibaren IŞİD’e karşı savaşta en önemli aktörlerden biri olan Rojava, Batı’nın desteğini almış; ancak Türkiye’nin baskılarıyla Batı tarafından yalnız bırakılmıştır. Türkiye destekli SMO grupları, Rojava’da yaşayan Kürt nüfusu göçe zorlamakta ve yerlerine Arap aşiretlerini yerleştirmektedir. Afrin ve Serêkaniyê’de bu tür demografik değişimlerin yaşandığı, uluslararası insan hakları örgütlerinin raporlarında da belirtilmiştir. Ancak Batı, bu etnik temizliğe karşı hiçbir tepki göstermemektedir.
SMO’ya bağlı milisler tarafından sivillere yönelik işkence, yağma ve infazlar gerçekleştirilmiştir. BM’nin kendi belgelerinde de bu suçlara yer verilmiş olmasına rağmen herhangi bir uluslararası mahkemede dava açılmamıştır. Özellikle kadın savaşçılar ve aktivistler SMO’nun hedefi olmuş, kadınlara yönelik tecavüz ve şiddet vakaları belgelenmiştir. Ancak Avrupa’daki feminist hareketler ve insan hakları örgütleri, Türkiye’ye yönelik herhangi bir ciddi kampanya yürütmemiştir.
BM toplantılarında Rojava konusunda en anlamlı konuşmalar genellikle Rusya temsilcileri tarafından yapılmaktadır. Bunun temel sebeplerinden biri, Rusya’nın Suriye’de Esad rejiminin en büyük destekçisi olması ve Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığını bir tehdit olarak görmesidir. Bu nedenle Türkiye’nin Rojava’ya yönelik operasyonlarını BM’de eleştirmek, Moskova’nın çıkarlarıyla örtüşmektedir.
Ayrıca, Rusya, BM’de Batı’nın “insan hakları savunuculuğunun” ne kadar seçici olduğunu vurgulamak için Rojava meselesini sık sık gündeme getirmektedir. Batı’nın Ukrayna’da Rusya’yı işgalci olarak suçlarken, Türkiye’nin Suriye’de işgalci politikalarına göz yumması, Rusya’nın propaganda açısından işine gelmektedir. Bunun yanı sıra, Rusya, Kürtleri Esad rejimi ile anlaşmaya zorlamak ve onları ABD’den uzaklaştırmak için Batı’nın ihanetini öne çıkarmaktadır. Kürtlerin Batı tarafından yalnız bırakılması, Rusya’nın Suriye’deki etkisini artırmasını sağlamaktadır.
BM, Rojava konusunda büyük bir çifte standart sergilemekte ve Batı, Türkiye’nin savaş suçlarına göz yummaktadır. Bu durum, uluslararası hukukun sadece güçlü devletlerin çıkarları doğrultusunda işletildiğini bir kez daha göstermektedir. Batı’nın “insan hakları” söylemi, tamamen politik bir araç haline gelmiş ve gerektiğinde kolayca görmezden gelinebilen bir kavram olmuştur.
Avrupa’nın Türkiye ile mülteci anlaşmaları yaparken, Türkiye’nin Rojava’daki saldırılarını yok sayması, Batı’nın insan hakları söylemlerinin ne denli ikiyüzlü olduğunu gözler önüne sermektedir. Aynı Batı, Ukrayna’da Rusya’ya karşı büyük yaptırımlar uygularken, Türkiye’nin Suriye’deki askeri müdahalelerine sessiz kalmaktadır.
BM’nin “endişe duyuyoruz” klişesi, artık herhangi bir hukuki veya ahlaki değer taşımamaktadır. Uluslararası toplumun samimiyetsizliği karşısında, bölgesel güçlerin çıkarları doğrultusunda hareket ettiği bir dünya düzeninde, Rojava gibi özerk yapılar büyük bir risk altında kalmaya devam etmektedir.
Sonuç olarak, BM’nin ve Batı’nın bu tavrı, küresel adalet sisteminin ne kadar çürümüş olduğunu ve uluslararası hukukun sadece güçlülerin çıkarlarına hizmet eden bir araç haline geldiğini göstermektedir.
Hüsamettin TURAN