Bahçeli’nin DEM Partililerle el sıkışması ve daha sonra da “Öcalan gelip mecliste konuşsun” açıklaması ile başlayan “çözüm süreci” tartışması büyük bir ivme ile artıyor. Adına Ahlat Mutabakatı diyeceğimiz bu yeni çözüm süreci daha çok tartışılacak bir süreçtir. Bu Kürtlerin değil Türk devletinin kendi bekaası için yaptığı bir hamledir.
Kürdistan’a girişin 953’üncü yıl dönümünde Ahlat Mutabakatı, BRICS üyeliği ve çözüm süreci tartışması
Bahçeli’nin 1 Ekim’de başlattığı sürecin mutabakatı 25 Ağustos tarihinde Ahlat’ta yaptığı kabine toplantısında gerçekleşti. Eğer hatırlanırsa Türkiye’nin Anadolu’ya daha doğrusu Kürdistan’a girişinin 953’üncü yıl dönümünde Türkiye devleti kabinesi 21 yıl sonra Ankara dışında kabine toplantısı yapmıştı. Aynı gün Bahçeli ve Erdoğan baş başa bir toplantı yapmış ve stratejik konularda karar almıştı. Ayrıca bu her iki toplandı da ABD’den dönen Eski Mit Müsteşarı yeni Dış İşleri bakanı Hakan Fidan ABD ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken ile yaptığı görüşmelerin sonuçlarını açıklamıştı.
Bu toplantı da Türk devleti üç konuda mutabakata vardı: Ortadoğu yeni bir savaş süreci başlıyor, İran ve Suriye’ye müdahale ola bilir. Türkiye, sadece NATO üyeliği ile bütünlük ve sınırlarını korunamaz. Daha esnek hareket kabiliyeti için BRICS’e üyelik gerekiyor. Kürtler Ortadoğu’nun yeni dönem çatışmasından faydalanmasının engellenmesi için Türk devleti ile yeni bir sürece dahil edilmeleri gerekir.
(BRIC, yani Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin platformu, 2009 yılında Rusya tarafından ABD ve Batılı müttefiklerinin hakim olduğu dünya düzenine meydan okuyabilecekleri bir kanal sağlamak amacıyla gayrı resmi bir kulüp olarak hayata geçirildi. NATO ve Batı ülkelerinin başını çektiği dünyaya karşı alternatif bir dünya olarak ortaya konuyor. Türk devletinin bu tutumu da hiç gecikmeden ABD tarafından ikili oynama olarak değerlendirildi)
Kısacası, aslında çözüm süreci denen şey Kürtleri onurlandırma ve Kürtlerle barışma süreci değil çatışma ortamında Kürtleri pasifize etme sürecidir. Aslında Ortadoğu’da olası harita değişimi ve Kürtlerin devlet olma ihtimalini Kürtler eli ile engelleme sürecidir.
Türk devletinin hızlı girişinin nedeni İsrail’in ve Batı dünyasının başlattığı yine Ortadoğu hareketidir. Fakat Kürtlerin bu süreçte unutmaması gereken ve 1999’dan beri devam eden bir süreç vardır. Bu süreci ana başlıklar haline hatırlatalım.
Öcalan hiçbir zaman tecritte değildi, Öcalan Türk devletinin danışmanıdır
Öcalan’ın tecrit altında olduğu söylemi sadece kitlelere söylenen bir sözdü ve Öcalan hiçbir zaman tecrit altında olmadı. Öcalan ve Türk devleti arasındaki ilişki biçimini görüşme olarak bile adlandıramayız. Öcalan 1999 yılından bu yana Türk devletinin danışmanlığını yapıyor. Öcalan’ın 1999’dan bu yana yazılı ve ulaşabildiğimiz tüm görüşmelerinde Öcalan devlete “Erbil merkezli bir Kürt devleti kurmak istiyorlar, Batı Avrupa’yı Kürtlere karşı güçlendirmek istiyor; siz Kürtleri ele geçirip dünyanın hakimi olun; Kürt milliyetçiliği tehlikelidir; Türkiye’yi küçültmek ve sınırları değiştirmek istiyorlar, bize rol verin biz engelleyelim” gibi onlarca konuda Türk devletinin uyanık olması gereken konularda uyarılar yaptı. Öcalan’ın tecridi meselesi sadece onun Türk devletine yaptığı danışmanlığı gizlemek ve gerektiği zaman Kürtlerin önüne mağdur ve mağrur bir önder olarak sunulması için yapılmış bir adımdır.
Öcalan’ın tecrit altında olduğuna inananlar çözüm sürecini doğru anlayamazlar.
İnsanlara unutturulmak istenen Öcalan görüntüleri
Tüm çevreler son dönemki Bahçeli açıklamaları ile senaryolar yazıp, öngörülerde bulunuyor ve en gerçekçi en bilimsel verileri sunduğunu söylüyor. Fakat aslında herkesin elinde görmezden gelinen çok önemli bir belge ve delil vardır: Öcalan’ın Kenya’da uçağa binince “devletime hizmet etmek istiyorum” sözleri ve daha sonra İmralı’daki görüşmelerde kayda alınan görüşmeleri. Öcalan bu görüşmelerde Türk devletine “bana imkan verin tüm Kürtleri size bağlayayım, Erbil’i almanızı öneriyorum, Hakkari’ye Türkçe öğreteceğim, Kürt devletini kurulmasını engelleyeceğiz” gibi sözler söylüyordu. Şimdi Öcalan’ın rolü tartışılınca bize bu kocaman deliller yokmuş gibi davranmamızı isteniyor. Ne Kürt tarafı ne de Türk tarafı bu kocaman iki delili görmemizi istemiyor. Oysa ki bu iki delili ve Öcalan’ın Türkiye’ye yaptığı teklifleri hatırlamadan hiçbir çözüm süreci doğru değerlendirilemez.
Öcalan-Ankara-Kandil ilişkileri kesintisiz devam etti
Kandil’in Öcalan ile ilişkisi hiçbir zaman kopmadı. Öcalan ve devlet gerekli gördüğü her zaman Kandil-Öcalan ilişkisi devam etti. Bakınız Öcalan’ın sözde tecrit altında olduğu zaman ve Efrin’in işgal edildiği süreçte tam olarak 25 Mart 2018 yılında HPG komutanı Murat Karayılan “Ruslar İmralı’ya gitti, başkanımıza Efrin’den çekilmesi için baskı yapıldı” dedi. Madem tecrit vardı. Murat Karayılan Öcalan’ın Ruslarla görüştüğünü nasıl biliyordu? Elbette ki Öcalan kendilerine mektup yazdı.
Aynı biçimde Murat Karayılan 25 Ocak 2021 yılında “Erdoğan bize Kuzey Kürdistan’da savaşı durdurun, diğer ülkelerde ne yapıyorsanız yapın size karışmayız” dediğini söyledi.
Ayrıca Türk devleti ile Kandil arasındaki ilişkiler hiçbir zaman bütünü ile kopmadı. Gerek PKK’nin Türkiye koordinasyonu gerek Avrupa’da ki PKK yönetimi ile Türk devleti arasındaki ilişkiler her zaman direk veya dolaylı devam etti. Sadece ve sadece Türk devletinin çıkarları gerektirdiği zaman bu süreç kamuoyu ile paylaşıldı. Örneğin Oslo görüşmelerinin devam ettiği 2010 yılında Kürt gençleri her gün Botan’da, Dersim’de ölüyordu. Demek ki savaş sadece halka göstermelik yapılıyor arka planda başka şeyler dönüyordu.
Bu nedenle Kandil ile Türk devleti arasındaki görüşmelerin hiç olmadığını düşünenlerde gerçekçi bir değerlendirme yapamazlar?
PKK’nin Türkiye’yi çözüm sürecine mahkum ettiği belirlemesinin hiçbir gerçeği yoktur
1 Ekim’de başlayan çözüm sürecinin başlama nedenini “PKK’nin direnişi ile baş edemeyen Türk devleti çözüm süreci yapmaya mahkum oldu” görüşüne dayandıran yorumlar gereceği ifade etmez. PKK’nin şu anda Türkiye’yi zora çıkan hiçbir eylemi yoktur. Kuzey Kürdistan’da PKK ve gerilla bitmiştir. PKK Güney Kürdistan’da da PKK 40 yıldır gasp ettiği hiçbir yeri tutamamış ve sonuç olarak Gare’nin belli bölgelerinde sıkışmıştır. PKK’nin Türk devletine karşı hiçbir askeri tehdidi yoktur.
Çözüm süreci denen meselenin bugün Kürtlerin gündemine getirilmesinin tek nedeni Türk devletinin varlık ve yüksek çıkarları nedeniyledir.
1 Haziran 2004 PKK’nin savaş başlatma kararını ve 2015 çözüm sürecinin bitişinin gerçeği anlaşılmadan 2024 yılı çözüm süreci tartışmaları anlaşılamaz
Türk devleti ve PKK arasında 1999’dan beri devam eden barış-ateşkes-çözüm süreci tartışmalarının bazı kilometre taşları vardır. Bu süreçlerin gerçeğini bilmeden şimdiki süreci anlayamayız.
2 Ağustos 1999 yılında Öcalan’ın gerillaların Kuzey Kürdistan’dan Güney Kürdistan’a geçirilmesi Türk devletinin Öcalan’a verdiği talimatla gerçekleşti. Aynı biçimde PKK’nin 1 Haziran 2004 yılında savaşı başlatma süreci de Türk devletinin Öcalan’a verdiği talimatla gerçekleşti. Çünkü Ortadoğu kaynıyordu, Güney de bir Kürt devleti kurulma zemini vardı ve Türk devleti PKK’yi harekete geçirip Ortadoğu’da harekete geçmenin yolunu açtı.
2011 yılında başlayan Arap baharını engellemek içinde bu kez 2012 yılında çözüm süreci denen süreç başladı. Çünkü PKK Arap Baharını bloke etmek için çözüm sürecini başlattı. 3 yıl süren bu süreçte Türk devleti Arap Baharının Türkiye’ye girişini öteledi. Ve 2015 yılında çözüm masasını da yine her iki taraf beraber devirdi. PKK Türk devletinin gözü önünde hendekleri kazdı. Gerillalar Türk devletinin araçları ile sağa sola götürüldü. Böylelikle Arap Baharını kendi topraklarından uzak tutan Türkiye 2015 yılından sonra sınır ötesine açılmaya başladı. Eğer çözüm masası olsaydı bugün Efrin’de, Gire Spi’de, Behdinan’da, Zap’ta Türk askerleri olmazdı. Görüldüğü gibi PKK-TSK çatışmaları ve çözüm süreçlerinde kumanda her zaman Türk devletinin elindeydi ve hangisine ihtiyacı varsa o düğmeye bastı.
Şu anda da kumanda devletin elindedir ve Türk devletinin en milliyetçi adamı Devlet Bahçeli kumandaya basmıştır.
Elbete daha tartışılacak çok şey vardır fakat bu sözünü ettiğimiz hususlar temel hususlardır. Öcalan’ın PKK’nin ve Türk devletinin misyonu bellidir. Bu misyon ile Kürtlerin hayrına bir iş çıkması mümkün değildir.