3. Bölüm: Mustafa Kemal’in 70 yıl saklanan sözleri Öcalan ile yeniden piyasaya sürüldü
Mustafa Kemal’in 1923 yılında Kürd sorununa ilişkin çözüm önerisi olarak 1987 yılında Doğu Perinçek’in 2000’e Doğru dergisinde gizli eller tarafından yayınlanan ve İmralı sürecinde Öcalan tarafından yeniden keşfediliyormuş gibi yapılan sıradan bir konuşması, Türk Tarih Kurumu tarafından bir devlet güvencesi olarak 70 yıl saklanmıştır. 70 yıl saklandıktan sonra piyasaya sürülen bu konuşma, Öcalan’a Kürd ulusal sorununu Kemalizm ile harmanlayarak halkımıza kurtuluşun tek alternatifi olarak sunma kolaylığını sağlamayı amaçladığından kuşku duyulmamalıdır.
İmralı sürecinde ifadesini bulan, ”Demokratik Cumhuriyet-Demokratik Konfederalizm” gibi Kürdleri sömürgecilere entegre etmekten başka hiç bir anlam ifade etmeyen, ama aynı zamanda da halkımızda kafa karışıklığına sebep olan ve Ortadoğu koşullarında hiç bir geçerliliği olmayan teorilerin sahibi Öcalan değildir! Tersine, Mustafa Kemal’in Kürd sorununun çözümü ile ilgili bir konuşmasını 70 yıl sakladıktan sonra piyasaya süren güçtür.
1970’li yıllarda temelleri döşenen ve Kürdleri Türkiye’ye entegre etme projesinin bir numaralı uygulayıcısı konumunda olan Öcalan, Kürd ulusal sorununu Kemalizm ile harmanlayarak halkımıza kurtuluş olarak sunmaya devam ediyor. Kemalist Türk solunun, Kürd sorununu ele alış tarzı itibariyle, Kürdlerin gelenekçi Türk solundan kesin bir kopuşu yaşadığı 1970’li yıllara dönüşü ifade eden bu ihanet projesine; ne yazık ki sosyal ve politik yaşamımızın handikabı olan alternatifsizlikten dolayı da bir karşı duruşu sergileyemiyoruz. Kürdistan’ı sömürgeleştiren güçler, çıkarlarını sürdürebilme yolunun, aralarındaki kısmi çelişkileri bir kenara bırakıp, Kürdistan’ın sömürge statüsünün devamı için bir emniyet supabı olan iş birliği mekanizmasını hep işletmişlerdir.
Türkiye’de sınanarak göreceli bir başarı sağladığına inanılan PKK konsepti; yukarıda değindiğim bu işbirliği güdüsü ile diğer sömürgeci ülkelere de bir örnek teşkil ettiği ve ihraç edildiği görülmektedir. İmralı süreci ile Kürd sorununu Kemalizm ile süsleyerek, halkımızı siyasi olarak aldattığı daha da bir netlik kazanan Öcalan’ın; Kürdistan’ın diğer parçalarındaki halkımızı da sömürgecilere entegre etme projesinin birer araçları olan; Irak’ta: Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi (PÇDK), İran’da: Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK), Suriye’de: Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve Türkiye’de: Kürdistan Demokratik Halk Birliği (YDK) gibi kontra örgütler kurdurttuğu bilinmektedir.
Bu kontra örgütlerin bir tek amacı vardır: Kürd ulusal sorununun içini boşaltarak, sömürgeci devletlere entegrasyonunu sağlamaktır. Dikkat edilirse, PKK Kuzey Kürdistan’daki ulusal mücadelemizi boşa çıkartmak için uyguladığı faşist pratiği, Kürdistan’ın diğer parçalarında da çoktan uygulamaya koymuştur. Örnek olması açısından; Doğu Kürdistan’dan Sipan Rojhilat, Suriye Kürdlerinden Kemal Şahin, Türkiye Kürdlerinden Hikmet Fidan ve Kani Yılmaz gibi kendilerinden ayrılan bu tür kadroları yok etmeleri, insana” biz bu filmi daha önce izlemiştik” dedirtecek türden değil midir?
PKK’nin bu tür siyasi cinayetleri devam edecektir. Bundan kuşku duyulmamalıdır. PKK’nin Güney Kürdistan’da konuşlanmış olması, Türkiye’nin bir mevzisi olarak algılanmalı ve buna göre tavır geliştirilmelidir. Yani PKK ve türevlerini Türkiye’nin Ortadoğu ve özellikle de Kürdistan’daki politikasının hayata geçirilmesinin araçlarından birisi olarak değerlendirmek aynı zamanda da Kürd ulusal demokratik mücadelesinin tıkanmış sorunlarının da çözümüne yönelik ipuçlarını sunacaktır.
Dalkavukluğu yaşam biçimi olarak seçmişleri rahatsız etse bile, tarihe karşı sorumluluğun bir gereği olarak, bir gerçeğin daha altını çizmenin gerekliliğine inanıyorum. PKK’nin 1980’li yılların ilk yarısında Suriye’den Kürdistan’ın stratejik bölgelerine taşınmasında, Güney Kürdistanlı partilerin sorumluluğu çok büyüktür. Güney Kürdistan siyasi iradesinin farklı örgütsel kaygılar nedeniyle, PKK’ye karşı tutumu dün olduğu gibi bugün de ulusal vizyon ile örtüşmeyen ve pragmatist bir politikadır..
Güney Kürdistan siyasi iradesinin sömürgeci egemenler ile geçmişten kaynaklanan yanlış ve yukarıda çerçevesini belirttiğim nedenlere dayanan ilişkiler sistematiğinin bir sonucu olarak, PKK ile ilgili politik söylem ve pratik yaklaşımlarından alınan sinyaller objektif olarak değerlendirilirse, Güney Kürdistan siyasi iradesinin PKK ve türevleri ile daha kapsamlı ilişkiler içine gireceğinin ipuçları rahatlıkla tespit edilebilir.
Umarım gelişmeler beni yanıltır. Fakat tüm olumsuzluklara rağmen bu süreci halkımızın lehine çevirmenin olanağı vardır. Bu da; halkımızın Güney Kürdistan’daki kazanımlarına ulusal bütünlüğümüzün bir güvencesi olarak sahip çıkmak, Güney’in ulusumuzu ilgilendiren yanlış politikalarına karşı duruş sergileyebilmek ve temel görevimizin de Türkiye Cumhuriyeti’nin PKK konseptinin egemenliğinin devamına hizmet eden politikaları ile alternatifsiz bırakılmak istenen Kuzey Kürdistanlı halkımızın, kendi ulusal-siyasal birlik alternatifini yaratması için gerekli politik perspektifleri ve örgütsel adımları ortaya koymakta somutlaştığını düşünüyorum