Türk devleti uzun bir süredir Irak’ta uluslararası hukuka aykırı bir şekilde askeri faaliyetlerde bulunuyor.
PKK bahanesiyle gerçekleşen operasyonlarda yüzlerce köy kullanılamaz hale gelirken, yüzbinlerce insan yerinden ediliyor. Yapılan operasyonlarda sıklıkla sivil insanlar öldürülüyor.
Öten beri oldu bittiye getirme, önce harekete geçip ardından kılıfını oluşturma politikasını benimseyen Türkiye, bir süredir operasyonlarına yasal kılıf oluşturmak için Irak hükümetiyle görüşmelerini sürdürüyordu.
Bu görüşmelerle, Irak merkezi hükümeti 2023’te PKK’yi ortak tehdit olarak tanımlarken, 2024’te yasaklı örgütler listesine aldı.
İki ülke arasında 2019’da Ankara’da başlayan görüşmeler, 15 Ağustos 2024 tarihinde “Askeri, Güvenlik Koordinasyonu ve Terörle Mücadeleye İlişkin Mutabakat Muhtırası”nın imzalanmasıyla sonuçlandı.
Muhtıra’nın imzalanmasından beş gün sonra Rudaw’ın yayımladığı haberde 10 maddelik Muhtıra içeriğine yer verildi. Muhtıra’nın iki ülkenin savunma bakanları tarafından imzalandığı belirtildi.
“Güvenlik Zaptı” şeklindeki yanlış isimlendirmeyle duyurulan Muhtıra (Arapça, Müzekkere), Kürt çevrelerinde birçok spekülasyonu beraberinde getirdi.
Oysa uluslararası hukuk bağlamında muhtıra, bir anlaşma değildir. Bağlayıcı niteliği yoktur. Sadece taraflar arasında bir uzlaşı nişanesidir.
Türkiye, Rojava için de ABD ve Rusya ile Ekim 2019’da ortak açıklama ve mutabakat muhtırası yaptı. Bu muhtıralar anlaşmaların onaylanmasına ilişkin prosedüre tabi tutulmadı, uzlaşı nişanesi olarak kaldı.
Uluslararası hukuk anlaşmalarının imzalanmasında devlet başkanı, hükümet başkanı ve dışişleri bakanı yetkili kişilerdir. Türkiye ve Irak arasındaki uzlaşı niyeti metnini imzalayanlar yetkili kişiler değil, savunma bakanlarıdır.
Mutabakat muhtıralarının uluslararası hukuk niteliği bile tartışmalıdır. Cumhurbaşkanlığı düzeyinde yapılan ziyaretlere ve en az beş yıldır süren görüşmelere rağmen, böyle bir sonucun alınmış olmasını dağ fare doğurdu şeklinde yorumlamak da mümkündür. Elbette bunu zaman ve pratik adımlar gösterecektir.
Bu tür metinler devletler arasında sıklıkla imzalanmaktadır. Bu metne özel bir değer atfetmek bu yönüyle anlamsızdır. Bu muhtıranın olağandışı bir şeymiş gibi sunulması haksızdır.
Kimi çevrelerce bilinçli bir şekilde vehamet katılarak Kürdistan’da iç düşmanlığı köpürtmek için kullanılan Mutabakat Muhtırası’nın içeriğine bakalım.
Öncelikle mutabakatın tarafları Türkiye ve Irak devletleridir. Kürdistan Federe Yönetimi veya Haşdi Şabi taraf değildir.
Uluslararası hukukta birçok kez federe yönetimlerin benzer metinlerin tarafı olduğu biliniyor. Buna rağmen bugüne kadar Türkiye ile Kürdistan Federe Yönetimi arasında bu tür bir muhtıra bile imzalanmadı.
Mutabakat Muhtırası’nın önsözünde terör örgütü için ölçünün BM Güvenlik Konseyi Kararları oluşuna atıfta bulunuluyor. Bu anlamda PKK’nin tanımlanma biçiminde yeni bir durum sözkonusu değil.
Her şeyden önce devletler arasında PKK bahanesiyle bu tür görüşme ve metinlerin imzalanmasına BM kararları olanak tanıyor. PKK’nin neden uluslararası camiada terör listesinde olduğu, Kürtler tarafından asıl sorgulanması gerekendir.
Mutabakat Muhtırası’nın Amaç başlıklı birinci maddesinin en önemli vurgusu “Türk askeri güçlerinin Irak topraklarındaki varlığının sona erdirilmesi” ifadesidir.
Diğer ifadeler, sıklıkla gerçekleşen bu tür görüşmelerde kullanılan klişe ifadelerden öte bir anlama sahip değil.
Türk askeri güçlerinin Irak topraklarındaki varlığının sona erdirilmesi, Kürt tarafları başta olmak üzere, Irak merkezi hükümeti ve diğer dinamiklerin temel talebidir. Bu talebin, uzlaşı metninin ilk maddesinde yer alması ve muhtıra metninin amacı olarak öngörülmesi önemlidir.
İkinci maddede mutabakat muhtırası hükümlerinin uluslararası sözleşmelerle çelişmeyeceği belirtiliyor. Somut durumda, Türkiye’nin Irak’taki askeri varlığı uluslararası sözleşmelere aykırıdır. Bu metin, Türkiye’nin işgal niteliğindeki varlığına meşruiyet katmaz.
Dördüncü maddede öngörülen Ortak Güvenlik Koordinasyon Merkezi’nin misyon ve faaliyetleri sınır bölgesiyle sınırlı tutuluyor. Türkiye’nin mevcut durumu sınır bölgelerinin çok daha ilerisinde. Sınır bölgelerini aşan konularda, herhangi bir koordinasyon ve bilgi paylaşımı öngörülmüyor.
Beşinci maddede iki ülke arasında ortak bir komite kurulacağı belirtiliyor. Bu komitede Dışişleri Bakanlığı, Ulusal Güvenlik Danışmanı, İstihbarat Teşkilatı, Kürdistan Bölgesi, Haşdi Şabi ve Türkiye’nin ilgili kurumları yer alacak.
Bu madde üzerinden fırtına koparılıyor. Oysa mevcut durumda Irak idari sisteminin bir parçası olan Kürdistan bölgesinden yetkililerin bu tür bir komitenin toplantılarında yer alması doğal ve anlaşılabilir bir durum.
Kürdistan bölgesinin bu komitede neden temsilci bulundurduğu değil, Kürtlerin ve Kürdistan bölgesinin çıkarını ne ölçüde savunup savunamayacağı esas olandır.
Türk ordusunun donatılması ve güçlendirilmesini amaçlayan Milli Savunma Komisyonu’nda HDP/DEM parti milletvekilleri üye olarak bulunuyor. Bu durumu savunanların, teknik olarak Türkiye’nin yanında değil karşısında yer alan Kürdistan Federe Yönetimi’ni zan altında bırakması anlaşılabilir bir durum değil.
Kürdistan Federe Yönetimi’nin bu görüşme ve gelişmelerin içinde bulunması ve bunlardan haberdar olmasından daha doğal bir şey olamaz. Ayrıca gidişatın Kürt gözüyle takibi açısından önemlidir.
Bu, Kürdistan Federe Yönetimi’ni yapılacak anlaşmaların tarafı yapmayacağı gibi, süregelen savaşın da tarafı yapmaz.
Mutabakat metninin esas rahatsız edici maddesi uyuşmazlıkların çözümünü düzenleyen yedinci maddesidir. Bu madde ulusal ve uluslararası mahkemelere başvurmadan sorunları Türkiye ve Irak’ın kendi aralarında çözümünü öngörmektedir. Oysa Türkiye’nin hukuka aykırı bir şekilde gerçekleştirdiği askeri operasyonların ve bu operasyonlardan kaynaklanan zarar ve ziyanın muhatabı siyasi taraflar değil, bağımsız ve tarafsız mahkemelerdir. Belli ki Türkiye bu taleple uluslararası arenada yargılanmanın önünü almaya çalışmaktadır.
Son olarak dokuzuncu maddeden anlaşılacağı üzere bu uzlaşı niyeti metni sadece bir yıl için geçerlidir.
Irak merkezi hükümetinin Türkiye’nin taleplerine boyun eğmediği açık. Bu mutabakat metni mevcut durumda önemli bir değişiklik getirmiyor. Bazı değişikliklerin olup olmayacağını önümüzdeki süreçte tarafların hamleleri belirleyecek.
Kürtlerin bir kaşık suda fırtına koparan yaklaşımlardan uzak durması, parti broşürlerinin Kürtler arasında düşmanlık körüklemeye son vermesi gerekiyor.
Bir Kürt tarafının suçlanarak odağa konulması, tam da Türkiye’nin hukuka aykırı bir savaş yürütürken, bakışı dağıtmak ve Kürtlerin enerjisini birbiriyle tüketmek için istediği şeydir.
Türk devletinin askeri faaliyetlerinin esas mağduru Kürtlerdir. Sadece bir Kürt tarafı değil, tüm Kürtler bu savaş nedeniyle büyük mağduriyet yaşıyor.
Kürtlerin salt kendi dinamikleriyle, bu mağduriyeti sonlandırması pek mümkün gözükmüyor. Esas kafa yorulması ve emek verilmesi gereken, uluslararası dinamiklerin harekete geçirilmesiyle bu saldırıların sonlandırılmasıdır. Türkiye’deki Kürt siyasetinin tavrı da, bu durumun sürüp sürmemesinde etkili olacaktır.