Hem ideolojileşmiş inançlarda hem de inançlaşmış ideolojilerde “kutsal/dokunulmaz” değerler vardır. Ve bu politik çevreler dışarıdan gelen her türlü eleştiriye karşı ”değerlere hakaret” gerekçesiyle müthiş bir refleks gösterirler. Hiç kimsenin “değerlerine” hakareti onaylamıyoruz ama bu “değer savunucuları” gerçekten samimiler mi?
Gösterdikleri tepkilerde esas amaçları nedir?
Bu tepkilerinin politik sonuçları kime/kimlere hizmet eder?
İnsan, insan felsefesinde tanımlanırken temel bazı ayırt edici özellikleri sıralanır. Bu özelliklerden biri de “Değer sahibi varlık” olma özelliğidir.
Değer sahibi varlık olarak insanların değerleri vardır ve insanlar bu değerleri korumak için ellerinden geleni yaparlar. Ancak insanın kendisi de bir değerdir. Dolayısıyla kendisini (bir değer olarak) koruyamayan bir insanın değerlerinden söz edilemez. Çünkü kişiliğine yönelik aşağılayıcı yaklaşımlara karşı tepkisiz kalmış bir insan değer yitimine uğrar; bir değer olmaktan çıkıp kendi kişiliğini koruyamayan insanlar inandıkları değerleri de koruyamazlar.
İnsanın bir değer olması kendisini gerçekleştirmesine bağlıdır. İnsanın kendisini gerçekleştirmesi ise toplumsal bir olgudur. Çünkü değer sahibi insan aynı zamanda toplumsal bir varlıktır. İnsanın kendisini gerçekleştirmesi doğuştan sahip olduğu hakları (doğal hakları) kullanması demektir. Bu doğal hakların kullanılması demek, en başta dilini/kültürünü yaşaması ve geliştirmesi demektir. Dilin/kültürün yaşaması ve yaşatılması toplumsal bir olgu olduğu için toplumun görece özgürlüğünü şart koşar. Dilin/kültürün özgürce yaşayıp gelişebilmesi ise devletleşmekle olanaklıdır. Dünyaya bakıldığında devlet sahibi toplumların dillerini/kültürlerini yaşatıp geliştirdiklerine, buna karşın devletsizlerin bu olanaktan yoksun olduklarına tanık oluyoruz.
Dört işgalci/sömürgeci devlet tarafından tüm doğal hakları yok sayılan Kürdlerin kendi kişiliklerine/değer olarak varlıklarına sahip çıkmalarının tek kriteri işgale karşı duruş sergilemeleri ve devletleşmek için mücadele etmeleridir. Bu kriteri yerine getiremeyenler değer olmaktan çıktıkları gibi değerler sahibi olma özelliklerini de kaybederler.
Bu genel değerlendirme ışığında Kürdistan’a baktığımızda, ideolojileşmiş bir inancın temsilcisi olarak HÜDA-PAR (HİZBULLAH) ve inançlaşmış bir ideolojinin temsilcisi olarak HDP (PKK) karşıt(!) olmalarına rağmen benzer özellikler taşıyorlar.
Her iki yapı da Kürdlerin devletleşmesi için mücadele etmedikleri için kendilerini bir değer olarak görmüyorlar. Buna karşın her iki yapı da “değerlere” sahip çıkma adına olağanüstü bir reaksiyon gösteriyorlar.
HDP/PKK Öcalan’ı “kutsama” adı altında değersiz kıldığı yüz binleri alanlara toplarken, HÜDA-PAR (HİZBULLAH) da “Kutlu Doğum”, “Peygambere hakareti protesto”, Filistin’e sahip çıkma”, ”Kuran’a saygı” veya ”Hammas’a destek” adı altında değersiz kıldığı yüz binleri işgal altındaki Kürdistan’da alanlara dökebiliyor.
Kürdistan IŞİD barbarlarının saldırıları altındayken, barbarlar kadınlarımızı satarken ve tecavüz ederken isyan etmeyen HÜDA-PAR, “Peygambere hakaret” adı altında Amed’de gösteri yapıyor. İşgale karşı çıkmayan, IŞİD barbarlarının tecavüzlerine sessiz kalıp tepki vermeyenler, insan olmaktan kaynaklanan temel özelliklerini yitirmiş demektir. Bu temel özelliklerden biri olan değer yitimini yaşayanların değerleri olamaz ve hiçbir değere de sahip çıkamazlar. Değersizleşmişken “değerlere sahip çıkma” adına yapılan eylemler bir paradoks olduğu gibi aynı zamanda politik bir sahtekârlıktır da…
Değerlere sahip çıkacaksanız, önce kendinize/kültürünüze/ülkenize sahip çıkacaksınız.
Kendisine saygısı olmayanların başkasına saygısı olamaz!..
Süleyman Akkoyun