Din/İnanç Filistin Ve Kürdistan!

Din/İnanç Filistin Ve Kürdistan! Süleyman Akkoyun,

Kapalı hiçbir inancı sorgulama ve mahkûm etme hakkımız yoktur. Düşünceler, özellikle de inançlar kapalı iken (yani toplumsal koşullara müdahil olmadığı ve toplumsal yaşamı düzenleme girişimine kalkışmadığı sürece) zararsız ve yararsızdırlar. İnançların toplumsal yaşama açılması ve yorumlanma biçimi onların oynayacağı iyi/kötü rolü belirler.

Aynı inanç sistemi çok farklı yorumlanabiliyor ve farklı toplumlarda farklı roller oynayabiliyor. Bazı toplumlarda inanç, özgürlüğe giden yolda motive edici, teşvik edici ve ilerici bir rol oynarken; bazı toplumlarda ise aynı inanç özgürlük karşıtı ve egemenlerin hizmetinde gerici bir rol alabiliyor.

 Hıristiyanlığın Ortaçağ’da egemenlerin hizmetinde baskıcı ve gerici bir rol oynamasına karşın, aynı inanç (Hıristiyanlık) Güney Amerika’da (20. yüz yılda) papazların öncülüğünde baskıya/diktatörlüğe karşı halkın yanında özgürlükçü bir rol oynamıştır.

 Benzer ikili rol İslam için de geçerlidir. İslam inancının oynadığı ikili ve karşıt role verilebilecek en çarpıcı örnek Filistin ile Kürdistan’dır.

 İslam inancı Filistin’de devletleşmeyi teşvik ederken inanç ile özgürlük arasında zorunlu bir bağ kurmuş oluyor. Bu zorunlu bağ, ‘özgürleşmeden/devletleşmeden inancınızın gereğini yerine getiremezsiniz’ mesajını içeriyor. Bu mesaj, adaletli-imanlı ve ahlaklı olmanın yolunun devletleşmekten geçtiğini anlatıyor. Kısacası şu: Filistin’de iyi bir Müslüman olmanın yolu devletleşmeyi savunmaktan geçiyor. Ama bakın, Filistin’de İnanç, özgürlüğün şartı olan devletleşmeye hizmet ederken, aynı inanç Kürdistan’da karşıt bir rol oynuyor.

Türk-İslam, Arap-İslam ve Fars-İslam ideolojileri, inancı kendi ulusal egemenlikleri için bir güvence olarak görüyorlar ve işgal ettikleri Kürdistan’ın özgürleşmesine engel olacak şekilde inancı kendi ulusal çıkarları doğrultusunda yorumlayarak ideolojileştiriyorlar. Yani, Filistin’de özgürleştirici bir rol oynayan İslam, Kürdistan’da egemen devletlerin bir ideolojisine dönüşerek gericileşiyor ve Kürdlerin özgürlüğü önünde bir engele dönüşüyor.

 Sömürge bir ülkede özgürlüğün ön koşulu devletleşmektir. Devletleşmeyen, ezilen bir halkın özgürlüğünden söz etmek şaklabanlıktan başka bir şey değildir.

 Çünkü sömürge halkların özgürlüğünden söz ederken mutlaka bağımsızlığa vurgu yapılır. Sömürge bir halkın bağımsızlığını savunmadan söz konusu halkın özgürlüğünden söz etmek olanaklı değildir. Hem sol hem de din adına bağımsızlığa vurgu yapmadan Kürdlerin özgürlüğünden söz etmek halkı yanıltmaktan başka bir şey değildir. Kuşkusuz ki egemen devletlerin ulusal çıkarları doğrultusunda yorumlayıp ideolojileştirdikleri inanç, inancın kendisini (İslam dinini) temsil etmiyor. Bu nedenle “Ümmetçilik” adı altında ideolojileşen egemen devletlerin inancını eleştirirken İslam’ın kendisi eleştiri konusu olmamalıdır. Aynı şekilde egemen devletlerin Kürdlere köleliği reva gören “Ümmetçilik” anlayışı eleştirilirken de, bu haklı eleştirinin önünü kesmek için “dine/inanca saldırı yapılıyor” diyenler gerçekçi değildir; bilinçli olarak gerçeği çarpıtarak egemen devletlerin işgalci anlayışlarının sorgulanmasının önüne geçmeye çalışmaktadırlar.

 Hiçbir inanç, Kürdlerin devletleşmesi önünde engel değildir/olmamalıdır. Herhangi bir inanç veya düşünce sömürge bir halkın devletleşmesine (hangi gerekçeyle olursa olsun) engel olacak şekilde yorumlanıyorsa, söz konusu inancın ve düşüncenin evrenselliğinden/adaletinden ve doğruluğundan söz edilemez. Bu nedenle, inancı egemenlik aracı olarak yorumlayanların inancına saygı duymak olanaklı değildir; egemenlerin ideolojik aygıtı haline gelen bu tür inançlara saygı beklemek de dürüstlük değildir…

Kürdistan’da inanç, toplumsal yaşamı biçimlendirmede ve düşünce biçimini belirlemede çok önemli bir rol oynamaktadır. Kürdlerin esas sorunu işgalden kurtularak kendi kendini yönetmek (devletleşmek) olduğu için inancın bu esas sorunla ilişkisi hep tartışma konusu olmuştur.

Sömürgecilerin ideolojisinden etkilenmeyen dindar Kürdlerin, medrese geleneğinden gelen din âlimlerinin (Mellelerin) çizdiği ulusal davaya bağlılıkları çok anlamlıdır. Bu anlayış, inanç ile özgürlük arasında zorunlu bir bağ kurarak inancın özgürleştirici bir rol oynamasını sağlamışlardır.

 Buna karşın egemen devletlerin ideolojilerini “evrensel bir inanç sistemi” gibi yansıtan ve “Ümmetçilik” adı altında topluma sunan siyasallaşmış İslamcılar, inancı Kürdlerin özgürlüğü önünde bir set oluşturacak şekilde konumlandırmışlar ve inancın gerici bir rol oynamasını sağlamışlar/sağlamaya devam ediyorlar. Bu kesim sadece Kürdlerin özgürlüğü önünde bir engel teşkil etmekle kalmıyorlar aynı zamanda inancın kendisine de hakaret etmiş oluyorlar… Süleyman Akkoyun

Diğer Haberler