Ara çözümler önümüze çıkabilir. Yani mesele Güney Kürdistan’da önümüze çıktı. Güney Kürdistan’daki siyasi hareketler, ısrarla: “Irak’a demokrasi, Kürdistan’a otonomi!” diyorlardı. Irak’a demokrasi gelmedi ama Kürdistan’a federe bir yönetim geldi. Bu bir ara çözümdür. Ve hiçbirimiz aman federal çözümü kabul etmeyin falan demedik. Yalnız şunu dedik: “Bu federasyon kalıcı bir çözüm değildir. Bağımsızlık şiarını ayakta tutun.” dedik. “Bağımsızlık bayrağını yüksekte tutun.” dedik. Bu bir ara çözümdür. Bu ve buna benzer birçok ara çözümler, önümüze çıkabilir. Bu ara hedefleri reddetmeden ama stratejik hedeflerimizi de sürekli ayakta tutarak, mücadele edebiliriz.
Reformlar devrimci mücadelenin yan ürünüdür
Şimdi, bizim reformlarla ilgili tanımlamalarımız şuydu eskiden: “Reformlar, devrimci mücadelenin yan ürünleridir. Devrimci mücadele geliştikçe, egemen sınıf, bu devrimci mücadelenin önünü kesmek için bazı reformlar yapar. Eğer, devrimci mücadelenin gücü, bu reformları aşarak yol yürümeye yetiyorsa, bu reformlarda durmaz, devam eder. Yok, eğer değilse bu reformları alıp daha ileri hedeflere yürür.” Yani bizim literatürümüzde, devrim-reform ilişkisi böyle bir şeydir. Bizim literatürümüzde, reformu esas hedef olarak koymak yoktur. Stratejik hedefin uğruna mücadele edersin. Önüne reformlar geldiği zaman da o günün koşullarına, şartlarına göre bunu değerlendirirsin. Verili koşullarda, reformu aşabilecek durumdaysan, iktidara yürürsün.
Yani şu örnek üzerinden söyleyeyim: Bugün Türk devleti işte, seçmeli ders ilan etti. Şimdi bir milletin kendi topraklarında, kendi dilini, seçmeli dille öğrenmesi zulümdür ve rezalettir. Bir millet kendi toprakları üzerinde dilini, okullarda kendi diliyle eğitimde, resmi dil olarak kendi dilini kullanmakla geliştirir. Şimdi benim gücüm olsa, bunu reddederim. Onun yerine, okulları boykot çağrısında bulunurum ama gücün yok. O zaman ben ne diyorum? Yani madem, çocuklarınızı okula gönderiyorsunuz. Orada Türkiye inkılap tarihini, Osmanlı tarihini, şunu, bunu okutuyorsunuz. Ê bari seçmeli dersi de seçin diyorum.
Bu tümüyle güç meselesidir. Yoksa bir devrimci, bir millet için kendi topraklarında seçmeli dersi savunabilir mi? Böyle bir şey var mı? Yok öyle bir şey! Bu gücünle ilgilidir. Şimdi diğer bütün reformlar için de böyledir. Yani şu anda, Kürdistan’da temel sıkıntı, reformları kabul edip etmemek değildir. Kuzey Kürdistan’da temel sıkıntı, Kürt milleti, siyaseten temsil edilmiyor.
Kürdistan’da Kürtleri temsil eden bir örgüt var mı?
İşte herkes diyor ki: “Bu seçimin kilidi, Kürt oylarıdır.” Peki, Kuzeybatı Kürdistan’da ya da Türkiye’de, Kürtleri temsil eden bir siyasi örgüt var mı? Şimdi Kuzeybatı Kürdistan’da tablo şudur: Kürtlerin yüzde otuz beşi-kırkı; PKK, HDP çizgisine oy verir. Fakat, bu oyları alan HDP; “Ben Kürt Partisi ya da Kürdistan Partisi değilim. Ben Türkiye partisiyim.” diyor. Hatta sözcülerinden biri bir ara dedi ki: “Biz, kadın partisiyiz. Biz, Türkiye partisiyiz, asla Kürt partisi değiliz.” dedi. Demek ki Kürtlerin teveccühünü kazanmış olsa da HDP, Kürtleri temsil eden bir siyasi örgüt değil. Gövdesi Kürt, kafası Türkiyeli olan bir ucubedir HDP. Ve Kürtlerin yoğun ilgisine muhatap olduğu halde, aldığı oyların yüzde seksen beşi-doksanı, Kürdistanlıların oyları olduğu halde; “Ben Kürt partisi değilim.” diyor. Demek ki siyaseten; HDP, Kürtleri temsil etmiyor. Onun dışında, Kürt-Kürdistanî partiler var. Bunlar; evet, toprak temelli bir siyaset yürütüyorlar. Büyük çoğunluğu federasyon talepli siyasi örgütleridir. Ama bunların da temsil kabiliyeti yok. Dolayısıyla burada, Kürt oyları seçim sonucunu tayin etmeyecek.
Yine Türkiyeli-Türkiye partisi olduğunu söyleyen HDP’ye oy veren kesim, her iki ittifak arasında, Cumhur İttifakı’yla Millet İttifakı arasında, bir denge vaziyeti var. O nereye giderse, o ittifak kazanacak. Buna bakıp, Kürt oylarının seçimi tayin edeceğini söylemek yanlıştır. Bunu diyebilmemiz için bu oyların gittiği partinin, ben Kürtleri temsil ediyorum, Kürt toplumunun şu şu, şu talepleri var. Şu şu, şu taleplerini kabul ederseniz, şunu ya da bunu desteklerim, diyebilmesi lazım. Ortada böyle bir durum yok. Bu birincisi.
İkincisi de şudur: Şu anda, Kürdistan’da; işte Kürt partisi ya da Kürdistanî parti dediğimiz partilerden hemen hiçbirinin, seçimle ilgili kendi iradesi yoktur.
HDP’nin seçimle ilgili bir iradesi yoktur
Tablo çok açık şekilde şudur: HDP, Millet İttifakı’nın adayını bekliyor. Ayrıca, Millet İttifakı’nın kendisiyle, açıktan görüşüp görüşmeyeceğini bekliyor. Bunlar belli olduktan sonra HDP, bir tavır alacak seçimlerle ilgili. Şu anda bir tavra sahip değil. Ayrıca, İmralı ne diyecek? Ankara ne diyecek? Kandil ne diyecek? Bir de o beklentileri var.
Dolayısıyla HDP’nin seçimlerle ilgili, bir siyasi iradesi yoktur. Şimdi, geriye kalan Kürt partileri de HDP’nin tutumunu bekliyorlar.
HDP ne yapacak? Bizle ittifaka yaklaşacak mı? Millet İttifakı’nı mı destekleyecek? Kendi adaylarıyla mı girecek? Onlar da bunu bekliyorlar. Düşün; yirmi-yirmi beş milyonluk bir millet ve bu milleti temsil iddiasında olan ya da bu millet içinde ciddi temsil kabiliyetine sahip olanların hiçbirinin, seçimler hakkında bir siyasi iradeleri yok. Böyle bir tabloda, seçimleri tartışıyoruz.
Yani HAKPAR’ın hakkını yememek lazım. Hakpar başından beri böyle seçimlere katılmayı, hayati bir mesele olarak ele alıp, bu seçimlerden önce seçimlere katılma hakkını kazandı. Ve diyor ki: “Ben kendi adımla seçimlere katılacağım.” İşte, “HDP’yle falan da ittifak yapmayacağım.” Diğer Kürt partililerine de diyor ki: “Gelin birlikte seçimlere katılalım.” Bu bir tavırdır.
Bir de boykot diyen, bizim gibi işte, bir iki tane daha temsil kabiliyeti sınırlı çevreler var. Bunların seçim tutumları, seçime karşı tutumları, siyasi iradeleri bellidir. Onun dışında herkes, Godot’yu bekliyor. Millet İttifakı ne diyecek? Erdoğan son anda bir açılım yapacak mı? İşte diğer partiler de HDP ne diyecek? Ona göre onlar da bir tavır alacaklarmış.
Not: Yazarın sosyal medya hesabından HDP tutumunu açıklamadan önce yayınlanmış bir yazıdır