Geçtiğimiz hafta içinde PKK medyasında ki iki röportaj yayınlandı. Bunlardan biri KCK Yürütme Konseyi üyesi Bese Hozat diğeri ise eski DEP milletvekili Hatip Dicle idi. Her iki açıklama da aslında mercek altına alınıp incelenmesi gereken iki açıklamaydı. Çünkü açıklamalar PKK’nin Kürt, Kürdistan, işgalci, özgürlük, kadın vb kavramlarda yaptığı kafa karışıklığını çok net olarak ortaya koyuyordu.
Bese Hozat kim övdü?
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Bese Hozat’ın ANF’ye verdiği iki bölümlük röportajın birçok yerinde ilginç ifadeler vardı. İfadeler sadece ilginç olmakla kalmıyor ayrıca yüzeysellik ve tarihi gerçeklerden uzaklığı da göz önüne seriyordu.
Büyük ihtimal nasıl olsa hitap ettiğim kitle zaten düşmeden söylediğimi alkışlıyor diye düşünüp ezbere bildiği kelimeleri yan yana getirip söylemiş bu söylediklerini. Özellikle her sorunun bir yerine de kadın, kadın özgürlüğü, kadının köleleştirilmesi vb. sözleri eklemiş Bese Hozat.
Böylelikle konuşması aşırı özgürlükçü bir görüntü çizmeye çalışmış. Fakat, Bese Hozat hızını alamamış kadınları övmek isterken Türk gazeteci Sedef Kabaş’a da büyük övgüler dizmiş.
Hozat konuşmasında “Sedef Kabaş yetenekli, eleştirisel, bir gazeteci ve akademisyendir. Hitap ettiği toplumsal kesimler tarafından dikkatle dinlenen biridir. Fakat Sedef Kabaş’ın faşist Erdoğan’a eleştirileri yetersizdir…Sedef Kabaş şahsında kadınlara, gazeteci ve aydınlara gözdağı veriliyor. Faşizm ne de yapsa artık fazla sonuç alamaz” demiş.
Sedef Kabaş kimdir? Sedef Kabaş Türk devletinin Kemalist yüzüdür.
Kemalizim Kürtler karşısında nedir? Faşizm, katliam ve inkardır.
Evet Sedef Kabaş bir Kemalist’tir. Türk devletinin savunucusudur. Efrin işgal edildiği zaman Türk TV’lerine çıkıp “Efrin operasyonu doğru bir adım ama geç kalmış, önceden yapılmalıydı” diyen biri. Sedef Kabaş’ın eski videolarına bakın içinde sadece Kürt düşmanlığı vardır. Çözüm için yapılan görüşmeleri zararlı gören bir isim.
Bese Hozat’ın böyle bir insanı övecek kadar şuurunu yitirmiş olmasının sebebi ne ola bilir? Elbette ki Kürtler ve Kürdistan düşüncesindeki bulanıklık ve algı yeteneğini kaybetmek.
Abdullah Öcalan 1999 yılından beri açık ve örtülü olarak kadrolarını, taraflarını ve tabi ki tüm Kürtleri Kemalizm’in dost bir ideoloji ve siyasal hareket olduğunu ikna etmeye çalışıyor. Kemalizm’in tarihini unutturmaya çalışıyor. Zilan, Dersim yokmuş gibi davranılıyor. Kürtleri ölümüne Türk yapmaya çalışan Kemalist ideoloji değilmiş gibi yansıtılmak istiyor. Bunun için PKK ve siyasi akımı “Kemalizmi ve Kemalistleri dost” görüyor. Oysa ki Kürtler için hakikat şudur: Bir insan hem Kemalist hem Kürt dostu olamaz.
Kemalizmi öven bir Abdullah Öcalan’da ne Kürt lider ola bilir ne Kürdistani bir kişilik ola bilir. Kemalistleri dost gören bir PKK bir Kürt hareketi olamaz. Sedef Kabaş gibi bir Kemalist’i ve Efrin hareketini öven Bese Hozat’ta Kürt kadınlarının siyasal temsilcisi olamaz.
İkinci Şuursuzluk: Hatip Dicle
Hatip Dicle, eski DEP milletvekili yıllarca cezaevinde yatmış biri. Yaşına başına bakınca olgun, aklı başında ve siyasetten anlayan biri olması gerekir. Fakat katıldığı bir televizyon programında yaptığı konuşma ile 18 yaşındaki ergenler gibi bir konuşma yaptı.
Hatip Dicle Neçirvan Barzani’nin Türkiye’ye gidişini eleştirirken PKK kanalı Medya Haber’de şöyle söyledi: “1. Dünya savaşından beri emperyalist güçlerin hedefidir. Küçük bir Kürdistan yaratıp, Kürdistan’ın diğer parçalarını buna kurban etmek. Başkan Öcalan bunu Kürt kapanı olarak değerlendiriliyor.” Hatip Dicle’nin konuşması bir şuursuzluk belirtisidir. Ne tarihi şuur ne güncel şuur ne de Kürtlük şuuru yoktur. Tarihi olarak emperyalistler hiçbir zaman bir Kürdistan kurmaya çalışmamıştır. Her Kürtler ayaklandığında kendilerinin çizdiği Irak, Türkiye, İran sınırının değişmesini engellemek için ellerinden geleni yaptılar. İngilizler Şex Mahmud Berzenciyi bombaladı. Mahabad tek başına kaldı. Hangi emperyalist güç hangi Kürdistan Bağımsızlık Mücadelesini destekledi? Hiçbiri.
Eğer Kürtler bu biçimde desteklenseydi ve Kürtlerin 1. Dünya savaşından beri adı Kürdistan olan bir şehri olsaydı, Kürtler bu kadar imha, soykırım ve asimile olma tehlikesi yaşamazdı. Bizim hepimizin Kürdistan Bölgesinin varlığına gözü gibi bakmamızın nedeni budur. Kürdistan Bölgesel Yönetim Doğu, Rojava ve Kuzey Kürdistan’ın varlığının, geleceğinin ve siyasal mücadelesinin temelidir.
Eğer Güney Kürdistan’da 1991 yılından bu yana fiili bir statü olmasaydı Kuzey Kürdistan büyük bir tükenmişliğe boğulmuştu ve Rojava süreci gelişmezdi. Hatip Dicle bunları göremeyecek kadar şuursuz olması da yine Abdullah Öcalan’ın paradigması ile ilgilidir.
Kişilerin dahil oldukları toplum, gurup ve kümenin paradigması, görgüsü, alışkanlıkları, his ve davranış tarzları kişilerin şuur süzgecini oluşturur. Bir şeyin kişide ret-kabul durumu da bu süzgece bağlıdır. Bakınız her iki kişi de Kemalistler süzgeçten geçe biliyor ama başka Kürt siyasi hareketleri ve liderleri geçemiyor. Bunların şuur süzgecinden Türkiye geçe biliyor, Suriye geçe biliyor ama Kürdistan geçemiyor, Kürt devleti geçemiyor. Nedeni ile PKK’nin ontolojik yapısı ve paradigmasıdır.
Hatip Dicle yine bir zamanlar bir sözü ile paradigmalarını çok güzel izah etmişti. “Biz Kürdistan fikrini çöpe attık” demişti. Evet PKK Kürdistan fikrini çöpe atmıştır. Peki Kürt çocuklarının “Türkiye’nin demokratikleştirilmesi, Suriye’nin demokratikleştirilmesi için niye ölüyor? Bu şuursuz insanların peşinden neden gidiliyor?