Dün Erbil’de hayatını kaybeden PKK’nin eski yöneticilerinden Hıdır Yalçın Kürdistan mücadelesinde uzun yıllar yer almış bir isimdi.
Serhat Dersim kod adı ile yıllarca Kuzey Kürdistan dağlarında savaşan Hıdır Yalçın PKK ve Abdullah Öcalan ile yollarını neden ayırdığını zaman zaman yazdığı makalelerle de konu ediniyordu. Yalçın, Abdullah Öcalan’ın İmralı çizgisini Kürtlere bir ihanet olarak görüyordu. Bu konuda yazdığı makalelerden birini aşağıda yayınlıyoruz. Makale 15 Şubat Abdullah Öcalan’ın yakalandığı tarihte Hıdır Yalçın’ın nerede olduğunu ve neler yaptığını anlatıyor.
On Beş Yıl Önce Bugün
Kimi zaman ayaz ve güneşli, kimi zaman kar yağışlı ve fırtınalı geçen Şubat günleriydi. Kürtlerin adeta nefesini tutarcasına ve gerginlik içinde Öcalan’ın Suriye, Yunanistan, Rusya, İtalya ve Kenya hattında seyreden uluslararası hareketini izlediği günler.
Gabbar dağlarında ve kalabalık bir gerilla gücüyle beraberdim. Süreci sınırlı olanaklar dâhilinde izlemeye çalışıyorduk. Olup bitenleri izlemek bizim için sadece radyo üzeri Türk haberleri ve BBC haberlerini takip etmekle mümkündü. TV izleme olanağımız yoktu. Ne oldu, ne olacak biçimindeki endişeli bekleyiş bir sabah Türk radyo haberlerinde” Öcalan Kenya’dan yakalanarak Türkiye’ye getirildi” tarzında verilen haberle yerini kin, öfke ve intikam duygusuna bıraktı.
Oldukça duygusal bir atmosfer vardı. Tüm arkadaşlar” haber doğru mu, bundan sonra ne olacak ve ne yapmalıyız” biçiminde sorular yönelterek durumu anlamaya ve netleşmeye çalışıyordu. Keza ana muhabere telsizinden eyalet ve bölge yönetiminden arkadaşlar da durumu anlamaya yönelik bilgi alışverişi ve tartışma yürütüyorlardı. Netleşen en belirgin tutum zaman kaybetmeden etkili intikam eylemlerine yönelmek ve savaşı tırmandırmaktı.
Hemen yaptığım bir toplantıda onlarca arkadaşın ısrarlı intihar eylemi önerileri ve dayatmaları karşısında tamam demekten başka seçenek kalmamıştı. O toplantıda yaptığım bir değerlendirmede şunları söylediğimi hatırlıyorum.” Verilen haberin henüz doğru ya da yanlış olduğunu kesin bilecek durumda değiliz. Psikolojik savaş amaçlı bir haber olma ihtimali ile beraber doğru da olabilir. Doğru olması her şeyin sonu değildir. Bizim için acı bir sonuç. Âmâ dünyada liderleri yakalanan mücadeleler vardır ve bunlar sonuçta zafere ulaşmayı başarabilmiştir. Nelson Mandela ve Güney Afrika hala yaşayan bir örnektir. Öcalan büyük direnen bir hareketin önderidir. Düşmana karşı büyük bir direniş sergileyecektir. Bize düşen mücadele azmi ve kararlılığımızı yitirmeden davaya ve önderliğe sahip çıkmaktır. Bu duruş Öcalan’ın direnişiyle buluştuğunda Zafer kazanmak ve önderliği özgürleştirmek mümkündür…”
Bu değerlendirme benimde inandığım ortak beklentimizdi ve doğruydu.
Öcalan uluslararası bir operasyonla Suriye’den çıkarılıp Kenya’da yakalandığı zamana kadar kendisiyle yalnız bir defa telefonla görüşme imkânım olmuştu.1998 Ekim ayı sonuydu. Faraşin zozanlarında akşam saatlerinde telefonumuz çaldığında numaradan Rusya’dan aradığını anlamıştık. Konuşmasının sonunda sonradan sloganlaşan şu değerlendirmeyi yaptı. “ Umudunuzu yitirmeyin. Ankara’dan çıktık partileştik, Ortadoğu’ya çıktık ordulaştık, Avrupa’ya çıkışımızla devletleşeceğiz.” Çok iddialı ve moral aşılamayı amaçlayan bir değerlendirmeydi. O koşullarda bile bu tarzda bir iddiayı ortaya koyması az önce ifade etmeye çalıştığım doğru beklentimizi güçlendirmişti.
Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getirilmesi üzerinden henüz birkaç gün geçmemişti ki, binlerce askerin katıldığı uçak ve savaş helikopterleri eşliğinde bir operasyon yapıldı Gabbar bölgesine. Operasyonu fark ettiğimiz için gerekli tedbirleri almış ve çatışma düzenine geçmiştik. Sabah saatlerinde başlayan çatışma tüm şiddetiyle akşama kadar sürmüştü. Çatışma ortasında savaş uçaklarından ve helikopterlerden sadece bomba atılmıyordu. Daha çok Öcalan’ın Türk bayrağı önünde çekilmiş, elleri bağlı ve gözleri bantlı fotoğrafları, teslim ol çağrılarının yazılı olduğu ilanlar atılıyor ve helikopterlere bağlı hoparlörden dönemin başbakanı Bülent Ecevit’in Öcalan’ın yakalanışı ve Türkiye’ye getirilişine ilişkin yaptığı açıklama ve teslim ol çağrıları dinletiliyordu. Ancak tüm bunlar kimsenin umurunda değildi. Düşmanın psikolojik savaş amaçlı propagandalarıydı”. Yüksek bir çatışma ve direnme gücü sergilenmişti. Akşam çatışma sonuçlandığında iki şehit vermiştik ve birkaç arkadaşta yaralıydı. Düşman sanki gerillaların hemen silahlarını bırakıp büyük bir umutsuzluk içinde kendilerine teslim olacakları beklentisiyle çıktığı operasyondan umduğunu bulamayarak üç gün sonra geri dönmüştü.
Günler, aylar ilerledikçe yaşanan gelişmeler haklı beklentilerimize denk düşmeyen bir seyir izlemiş ve umut yerini hayal kırıklığına bırakmıştı. “Görüşme notları” adı altında dağa ulaşan notlar, “Savunmalar” derken sadece yönetimden bazı arkadaşların okuyabildiği Öcalan’ın sorgu tutanakları durumun beklentilerimizin tersi bir istikamette seyrettiğini ortaya koymuştu.
Ben, biz ve bizim gibi benzer beklenti içinde olan her Kürt ya da başka millete mensup insanlar yanılmıştı. Oysa yanılan biz değil düşman olmalıydı.
Bugün yayınlanan video görüntüleri beni şaşırtmıyor doğrusu. Çünkü aşağı-yukarı durumun böyle olduğunu PKK yönetimi ve konseyi biliyordu.
Bu görüntülerin montajlanarak ya da bir bütün olarak yayınlanması ve yayınlanma amaçları çok büyük önem arz etmiyor. İlk görüntülerin farklı zaman ve mekân koşullarında çekilen görüntülerin birleştirilmiş hali olduğu doğrudur. Yine bu video görüntülerinin İP üzerinden servis edilmesinin Ergenekoncu kanadın bir girişimi olduğu ve iddia edildiği gibi “çözüm sürecini” boşa çıkarma amacı taşıdıkları da doğru olabilir. Ama bu mevcut gerçeği değiştirebilir mi? Gerçeğin böyle olmadığını kuvvetli delilleriyle ortaya koyup bunu ispatlayacak birileri var mı?
Tüm bu yaşananlar Kürtler için her şeyin sonu mu hayır. Kürtler uyanmış ve ulusal haklarını elde etmek için mücadeleyi her şart altında sürdürme bilinç ve aydınlanmasına kavuşmuş bir halktır artık. Milliyetçisi, sosyalisti, demokratı, dincisi ve liberaliyle tüm Kürtler özgür düşünce ve eylemleriyle kürtlük ortak paydasında buluşmayı hedefleyerek mücadeleye devam etmelidir. Ne PKK mevcut durumu tüm Kürtlerin mutlak kabulü ve itaat etmesi gereken olgu olarak dayatmalı ne de PKK dışında kalan Kürtler Bu durumu elde edilen ulusal kazanım ve mevzileri inkâr ve ret etme durumuna yöneltmelidir. Kürdistan ve Kürtlük her türlü partisel ve grupsal çıkarın üzerinde tutularak hareket edilirse bizi uzaklaştıracak gerekçelerden çok yakınlaştırıp birleştirecek paydaların daha fazla olduğunu göreceğiz. İşte o zaman beklentilerimizi biz gerçeğe dönüştürebiliriz.