4. Bölüm: Öcalan devlete verdiği tüm sözleri tuttu

Yeni Yazı Dizisi: 15 Şubat 1999 Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişi ve sonrasında yaşananlar komplo mu tiyatro mu?

Öcalan’ın soruşturma videolarının sosyolojik, politik ve psikolojik bir tahlili bu güne değin kapsamlı yapılmadı. Aslında Kürt aydınları Öcalan’ın tutuklandıktan sonraki görüşme notu, savunmalar adı altındaki yazılı külliyatını da araştırmadı. Bu nedenle Kürtlerin genç kuşağında Öcalan’ın kavramlaştırma ve mitleştirme yazıları büyük oranda yer buldu. Oysaki Öcalan’ın tüm kavramlarının ve külliyatının altında sömürge insan psikolojisi hatta sömürgeciye hizmet psikolojisi vardır.

Bu gün taraftarlarına bu videoları gösterdiğiniz zaman bunların Öcalan’a ait olmadığı, montaj olduğunu söyler. Bizzat örgütü PKK tarafından basılmış, Öcalan’ın kendi el yazısı ile olan belgeleri gösterdiğiniz zamanda “aslında Öcalan’ın devleti kullandığını, politika yaptığını” savunurlar. Oysaki politik olmak Öcalan gibi davranmak değildir, onurlu durmak, geçmişini de gerektiği yerde savuna bilmek ve kendini inkar etmeden pazarlık yapmaya çalışmaktır politik davranmak.

Elbette ki koşulların iradesi siyasi hareketlerin iradesini aşabilir, mesela dört parçanın birleştiği, bağımsız bir Kürdistan’ın geçtiğimiz 80 yıl boyunca koşulu yoktu, şu içinde bulunduğumuz 2020 içinde de bunun koşulu yok, belki hatta belki önümüzdeki birkaç yılda da bunun koşulu olmayacak. Belki Kürt siyasi iradesi, yönetilme biçimi çok daha farklı olacak. Hala Ortadoğu da taşlar yerine oturmuş değil.  Bağımsız Kürdistanı yarın kuracağız, 6 ay içinde kuracağız demenin realitede karşılığı yok. Fakat bunun olmaması Kürt kimliğini yok saymak, Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını yok saymak, Kürtlerin devlet olma hakkını yok saymak anlamına gelmez.

PKK, dünyanın stabil bir statüko yaşadığı ve sınırları değiştirmeye kimsenin gücünün olmadığı bir dönemde Bağımsız Birleşik Kürdistanı savunuyordu. Başta KDP olmak üzere özerklik ve devletlerin sınırları dahilinde çözüm arayan kişi ve partileri hain ilan etti. Onları sömürgecilerle işbirlikçilik yapmakla suçladı. Ferit Uzun gibi onlarca insan reformist ve işbirlikçi denerek PKK tarafından öldürüldü. Fakat dünya sisteminin krizinin derinleştiği, sınırların yeniden tartışıldığı bir dönemde üstelik Abdullah Öcalan Türkiye’ye gittikten birkaç gün sonra birden bire devlet isteyenler İsrail ve ABD işbirlikçisi ve düşman ilan edildi.

Ne değişti peki? Elbette hiçbir şey sadece Abdullah Öcalan’ın ve devlet arasındaki anlaşma maddeleri değişti. Abdullah Öcalan’ın artık İmralı’da yaptığı Kürtleri alt kimlik olarak tanımlamak, Kürtleri başka toplumsam kimlik ve yapıların eklentisi olarak görmektir.

Abdullah Öcalan tutuklandıktan kısa bir süre 7 Haziran tarihindeki “İmralı Notları” adı ile basılan bir kitapta şunu söyler: “Büyük ağaç Türkler küçük fidan Kürtlerdir”. Bu söylem Kürt tarihinin inkarıdır, Öcalan’ın İmralı Soruşturma süreci denen aslında Türk devleti ile anlaşma ve ittifak görüşmelerinde şunları söyler:  Türk ulusu burada ağacın köküdür, ama Kürtlerde büyük bir daldır…

Şimdi Kürtler için bizim yaptığımız dal çürümüş o çürük kısmı şey edip aslında gürbüz bir aşıyla bu dalı tekrar filizlendirmek.”

Öcalan’ın devlete verdiği söz şudur “ Büyük ağaç Türklerdir, Kürtlerde bir daldır, biz o dalı budayıp ağacı güçlendireceğiz”.  Zaten olan bitende budur. Burada Yalçın Küçüğün mahkemesinde savcıya söylediği “ Ben Türkiye’de yaşayan Kürtleri Barzanileşmekten alıkoydum, yoksa onlarda toprak talebinde bulunurlardı. Yakın zamanda Demokratik Türkiye için mücadele edecek ve ölecekler. Bundan daha iyisi ola bilir mi savcı bey” sözünü akla getirir. Kürtler kimin için ölüyor?

Zaten Öcalan’ın devlete bu sözü verdiği tarihten sonra artık Kürtlerin PKK eli ile asimile edilmesi süreci başlar. Bu asimile etme süreci üç ayrı boyutta yaşanır. Biricisi: Kürt kimliğini zayıflatma, Kürt motiflerini ortadan kaldırma ikincisi: Örgütte ve siyasette Kürdi renkli motifleri ortadan kaldırma üçüncüsü ise yeni bir zihniyet inşa etme.

Hakkari Kürtçe konuşacak

Bir ulusu ulus yapan değerler vardır.  Klasik ulus tanımı dil, kültür, ekonomik ve bayrak gibi ortaklıklara dayanır. Bir insanın kullandığı dil ait olduğu etnik kimliği ortaya koyar. Konuştuğunuz dil beyin yapınızı da belirler. Bunun için dil ulus kimliği inşasında olduğu kadar bireysel kimlik inşası için de önemlidir. Yani dil ait olduğu coğrafyanın dile gelişidir. Kelime biçimi, cümle dizimi, ses tınısı, müziği, yası, esprisi hepsi bir araya gelip beynimize kodlar kurar. Bunun için dil bizim kimliğimizin önemli bir bölümünü temsil eder. Kuzey Kürdistan’ın son 20 yılda hızlı bir biçimde asimile olmasının nedeni el birliği ile Kürt dilinin öldürülmesidir. Bu iş birliği de Öcalan devlet iş birliğidir.

Zaten Öcalan İmralı’daki devletle görüşmelerinde devlet görevlisi ile arasında şu konuşma geçer:

Öcalan: benim yaşamım Türkçe iledir. Yani oradayken de öyleydi:

Devlet: artık kendim Türküm diyorsun, Türkün bir parçasıyım diyorsun

Öcalan: Türkün bir parçasıyım ama Kürtlerle de çok ilgiliyim diyorum. Yani oradayken hiçbir dilden iki kelime iki cümle öğrenmedim. Biraz Kürtçe biliyorum, halkla anlaşmak için ama her şeyimi düşünce yapımı örgüt her türü çalışmamı Türkçe yürütüyorum.”

 Abdullah Öcalan ile Türk devleti temsilcisi arasında bu konuşma geçerken Bağımsız Birleşik Kürdistan için ortaya çıkmış bir öğütün lideriydi. Abdullah Öcalan soruşturma denen tiyatro da devlete “ben Türkün parçasıyım” dediği zaman Kuzey Kürdistan’da sadece 1980/1999 yılları arasında 5 bir köy boşaltılmıştı, 10 bine yakın şehit vardı, Amed zindanında insanlar işkence altında bile ben Türküm demiyordu, istiklal marşını okumuyordu. Öcalan ise gülerek “ ben Türkün parçasıyım” dedi.  Üstelik devlete nasıl Türkçe konuştuğunu anlattı.

Dil meselesi Kürtleri için o kadar basitleştirilmiş ki Kürtler adına siyaset yapan bir kişinin Kürtçe bilmemesi bile normal karşılanır olmuş. PKK’nin tüm yayın organlarında temel dil Türkçedir, Kürtçe ise ekleme bir dildir, seçmeli ders gibi, olsa da olur olmasa da olur gibi. PKK yöneticilerinin tüm beyanatları Türkçedir, eğitim dile Türkçedir. PKK Türkçe yönetilmektedir. Mesela bir Kürt olan, 45 yıldır Kürtler adına siyaset yaptığını söyleyen Mustafa Karasu tek kelime Kürtçe konuşmaz ama kalkıp Türkçe olarak tek kelime bilmeyen Rojava halkına “direnin” çağırısı yapar. Kürtler ise bu durumu normal görür. Gündeme gelince de Kürtçe konuşmuyor ama Kürdistan devrimini yaptılar, Kürtlük kuzey Kürdistan’da onlar ile canlandı vb. sözler ile cevap verilir. Bu cevapların hiç biri bilimsel bir duruma dayanmaz.

Doğal olan doğada olandır. Bir serçe bir kartal gibi ötmez, bir papatya bir gül gibi kokmaz, bir nehir akarken bir çeşme sesi çıkarmaz. Bir İngiliz İngilizce konuşurken sadece İngilizce konuşmaz, İngiliz dilinin edebiyatının, tarihini o dilde seslendirir. Kürtçe konuşan biri de sadece Kürtçe konuşmaz Kürtçe bir sözün içinde Melleye Cizirinin sözleri, Faqiye Teyranın ince aşk sözlerini yaşatır, bir Zazacanın içinde dağdan esen rüzgârın tınısı vardır. Dil bir bellektir, işte bize unutturulan Kürt belleğidir.

Öcalan açıkça şöyle söylemiştir:” Eskisinden daha fazla Hakkari’de Türkçe dikkat Kürtçe demiyorum Hakkari’de daha iyi öğrenilmeli. Her bakımdan böyle en güzel İstanbul Türkçesini konuşulduğu kadar öğrenmeli. Mükemmel Türkçe merkezli, Türkçe merkezli diyorum”

Ve Öcalan’ın dediği şey olmuştur: Hakkari artık Türkçe konuşuyor. Kuzey Kürdistan Siyaset merkezi Amed halkı Kürtçeyi sadece folklorik bir değer gibi “roj baş, şev baş, heval” gibi selamlaşmalarda kullanıyor. Ama hayata nüfuz etmiş bir Kürtçe yok.

Asimilasyon sadece ve sadece dilde olmadı, Kürtler içinde bir törpülüme hareketi yaşandı. Radikal olan, Kürdistani olan her şey geriye düşürüldü. Hatta PKK’nin kendi kadroları bile.

Ne kadar Türklük o kadar öncülük

Abdullah Öcalan’ın örgüt içinde kadro politikası inişli çıkışlıydı. Pragmatik yapısı gereği kadroların yeteneklerine ve pratik ihtiyaçlara göre öne çıkarır veya geriye iterdi. 1990’ların başı PKK’ye yoğun katılımların olduğu bir dönemdi.  Kürtler içinde özellikle 1991’de yaşanan Raperinin etkisi ile milliyetçi bir dalga akın akın PKK’ye geliyordu. Amedden, Mardinden, Serhattan, Botandan, PKK’ye katılan kadroların hepsi birer Kürdistan aşığı olarak geliyordu. PKK içinde ulusal duyguya sahip bir kadro potansiyeli oluşmuştu. Bu durum PKK için bir yandan gerekliydi bir yandan tehlikeliydi. Çünkü milli duygular ve ulusal duygular savaşta cesaret ve fedakarlık için gerekliydi fakat siyasal anlamda kontrol edilmesi zordu. Öcalan bu durumu dengeleyecek bir yöntem bulmuştu. Bunların birincisi Örgütün iç gündemini iyi kontrol edip Kürt ulusal çizgisi yerine yeni gündemler yaratmaktı. İkincisi ise: daha asimile olmuş kişileri, ulusal damarı zayıf kişileri önemli yerlere yerleştirmek, milli duyguya sahip insanları ise pratik savaş içine sürmek.

İşte Öcalan’ın en önemli silahı buydu özellikle de 1995 yılında ilk Kürt televizyonuna da sahip olunca da bir gündem yaratma konusunda uzmanlaştı. Bir yandan bu halkın en büyük gücü ulusal mücadeleye inanmış gençleri ölüyor, harekete sempati yaratıyor öte yandan da Öcalan bu sempati etrafında ulusallıktan uzak gündemler belirliyordu. Tıpkı bir sihirbazın seyircilerin yaptığı hileyi görmesini engellemek için dikkati başka noktaya çekmesi gibiydi yaptığı.

Zaten kendisi de devletle olan görüşmesinde şunları söylüyordu: şu anda milyonlarca insanı bağlaya bilirim bu devlete, mimar gibi bağlayacağım ben başka bir şey demiyorum. Büyüklüğüm o zaman anlaşılacak. Bir mimar gibi.

Şu an parlamentoya yaptırılamayan işlerin iki üç katını yapa bilirim. Yani burada böylesine çok şey konuşuluyor, ordunun bilmem birçok çevreye iş yaptırmak istiyor güzel bir şey, ben bunu hep saygıyla karşılıyorum. Bu Kürt olayında 3-4, 5-10 ülkeye tonlarca istihbarat bilemem parayla dev şeylerle yapamadığını tek başıma, kuruş masraf ettirmeden, daha fazla kattırarak devlete ben yürüteceğim.

Öcalan Kürtleri devletin gücü haline getirme işini çok derinden yapacağını söylemekten de kaçınmaz ve şunu söyler:  Bu devlete en büyük hizmeti halen yapa bileceğim inancı bende çok güçlü, olanaklarım sınırsız bu kadar insanı derinden devlet gücü haline getirmek dev bir olaydır, dev bir olay.

Abdullah Öcalan’ın yakalandığı günden bu güne geçen nerdeyse 21 yıllık zaman zarfında gelişen her şey işte devlete verdiği bu sözler ele alınarak yorumlanmalıdır. Öcalan tutuklandıktan sonra PKK tarafından alınan tüm kararlar bu çerçeveden incelenmelidir. 1999 yılında gerillanın kuzeyden geri çekilmesi, HDP’nin kurulması, KCK’nin kurulması, 1 Haziran savaşın yeniden başlama hamlesi gibi her bir olayı bu Öcalan’ın devlete verdiği sözlerle beraber buz dağının görünmeyen tarafını ele almak bizi hakikate yaklaştırır. Öcalan şöyle söylemişti:  Bir isyanı bu kadar geliştiren birisi devlet ile oldu mu onu da ne kadar geliştireceğini bilir.  

Gelinen noktada Öcalan Türkiye devletini geliştirmek için büyük ve önemli adımlar attı, sözünün eri çıktı…

Diğer Haberler