Amaçsızlığın Çaresizliğini Aşmak

Amaçsızlığın Çaresizliğini Aşmak, Kobani direnişi, Zindan Direnişi, Öcalan,PKK Gerilla, Kürt ulusu, Koalisyon, Barzani

Kuşkusuz ki savaşanların/direnenlerin belli ve çok açık bir amacı vardır. Bu amaç da özgürlüktür. Sömürge bir halkın özgürlüğünü devletleşmesinden koparamazsınız. Bu nedenle savaşanlar/direnenler teorisini yapmasalar da, uygun kavramları kullanmasalar da özgürlük ve özgürlüğün zorunlu şartı olan devletleşme amacına sahiptirler.

 Yıllardır kavram hokkabazlığı yapan PKK, tabanın/savaşanların amacına karşı açık bir tavır almaktan kaçınıyor. Özgürlük söylemini dilinden düşürmeyen PKK ve türevleri, Kürdler için özgürlüğün ön şartı olan devletleşmeye karşı durarak dillerinden düşürmedikleri özgürlüğün önünde açıkça barikat kuruyorlar.

PKK’nin yaşadığı paradoks ve özgürlük söylemlerinin anlamsızlığının anlaşılması hem düşünsel hem de pratik olarak çok ciddi bir bunalım yaratmış durumda. Öyle bir bunalım ki, yönetim kadrosunda kimin ne dediği veya ne yapmaya çalıştığı anlaşılamıyor. Her bir yöneticinin veya kurumun açıklaması bir diğer yönetici/kurumun açıklamasıyla çelişkili, hatta karşıt olabiliyor. En önemlisi de sahada olan/savaşan insanların dost-düşman algısı ile yönetenlerin dost-düşman algısı tamamen farklıdır/karşıttır.

 Tüm sosyal teorilerin deney alanı toplumsal pratiktir. Toplumsal pratik teorileri/düşünceleri/inançları/ideolojileri ya çürütür ya da doğrular. Toplumsal pratik PKK/HDP ve bağlantılı yapıların teorilerini/söylemlerini çürüttü/yok etti. Taban ve savaşanlar ölüm-kalım savaşında düşmanların dost, dostların da düşman olduğunu çıplak gözlerle gördü.

 Kobanê pratiğinden sonra tabanın/savaşanların PKK/HDP yönetimiyle düşünsel uyum içinde kalma ve birlikte hareket etme koşulları oldukça zorlaştı. Sömürgeci devletlerin taşeronluğunu/memurluğunu yapan; Kürdlerin devletleşmesi önünde en büyük engeli teşkil eden ve PKK ile birlikte tüm yan kurumlarına ideolojik rengini veren yöneticilere göre; ‘En büyük düşman Amerika ve diğer Batılı devletlerdir. Ortadoğu halkları birlikte mücadele ederek bu emperyalistleri Ortadoğu’dan kovacak ve halkların kardeşliğini sağlayarak özgürleşecekler.

 Kürdlerin devletleşme çabası onları Amerika ile birlikte hareket etmeye sevk ettiği için en büyük yerel düşmanlar İsrail ile birlikte Güney Kürdistan Yönetimi/Berzanilerdir. Anti emperyalist mücadelede Suriye ve İran (sömürgeci) devletleri başat rol oynamaktadırlar. Irak merkezi Hükümeti de halkların kardeşliği projesinin bir parçasıdır. Türk devleti de aslına rücu ettiğinde anti emperyalist blokun en önemli aktörü olacaktır…

PKK ve türevlerinin özetlenen anlayışına göre Kürdler özgürleşmek için Kürdistan’ı işgal eden sömürgeci devletlere dokunmamalı; dahası onların bekası için çalışarak ve devletsiz kalarak özgürleşmelidir(!) Yerel sömürgeci devletler IŞİD cellatlarını Güney Kürdistan’a yönlendirdiklerinde PKK/HDP adeta IŞİD’in basın ve propaganda kolu işlevini gördüler. Çünkü Kürdlerin tek ulusal kazanımı olan Güney Kürdistan Yönetimi ve bu yönetimin varlık kazanmasında belirleyici rol oynayan PDK/Berzanilerin yok edilmesi PKK anlayışına göre en önemli yerel engelin ortadan kalkmasıydı.

IŞİD’in Kobanê’ye saldırması, PKK söylemlerini çürütmekle kalmadı aynı zamanda PKK/HDP yöneticilerinin kimyasını da bozdu. En büyük müttefikleri olan Esad, Suriye’nin her yerinde kadın-çocuk demeden katliamlar yaparken Kobanê kuşatmasında sessizliğe bürünmüştü.

Aynı şekilde İran devleti de yaşanan trajediyi keyifle izlemekle yetinmişti. Irak Merkezi Hükümeti Musul’da ağır silahlarını IŞİD’e “hibe” ederek Kürdlere iştahla yönelmesini sağlamıştı. Kobanê’de savaşanlar Kürd yurtseverleriydi ve duyarlı her Kürd bu savaşçılara sahip çıkmalıydı ve çıktılar. IŞİD barbarlarına karşı canlarını feda eden Kürd savaşçılar, PKK/HDP yöneticilerinin kanlı saltanatlarına feda edilmemeliydiler ve bağlı oldukları kurumların kimliği dışında (Kürdistan yurtseverleri kimlikleriyle) sahiplenildi.

 Burada çok ince bir çizgi söz konusudur. Savaşan Kürd gençlerini sahiplenirken, bu savaşçıları ölüme gönderen/harcayan ve savaşçıların amaçlarının karşıtına hizmet eden PKK/HDP’nin kurumsal kimlikleri aklanmamalıydı.

 Çünkü PKK/HDP’nin aklanması savaşçıların amaçsız bir savaşta harcanması demekti. Zaten bu tehlikeli süreçte bile PKK/HDP yaşanmış ve yaşanacak ölümlerden çok kurumsal olarak kendi politik anlayışlarına/ideolojilerine puan kazandırma derdindeydiler.

Ne kadar çok insan ölse PKK/HDP için o kadar iyiydi. Çünkü ölümlerden beslenen bu yapılar, bir yandan savaşçıları bile bile ölüme gönderirken diğer yandan da duygu sömürüsü/şehit edebiyatıyla kurumsal kimliklerinin ömrünü uzatma ve gelişen tepkiden yararlanarak güçlerine güç katma politikasını yürütüyorlar. Bu nedenle Kobanê kuşatmasında olası ölümleri engellemek yerine ideolojik propaganda derdine düşmüşlerdi.

Kobanê’de Kürd savaşçılar ölüm-kalım arasında gidip gelirken Başkan Berzani koalisyon içindeki etkisini kullanarak Amerika’yı devreye sokmuş ve IŞİD çetelerinin bombalanmasını sağlamıştı. Bu arada savaşanların Kobanê’den Hewlêr’e ilettiği bilgilerle Güneyli ve Amerikalı uzmanların ortak değerlendirmesinden geçerek bombalanacak IŞİD mevzileri tespit ediliyordu. Yani Kobanê’de IŞİD mevzilerinin vurulmasında savaşanlar-Güney Yönetimi ve Amerika işbirliği içindeydiler.

 Bu kargaşada Güney Hükümeti bir yandan insani yardımları Kobanê’ye ulaştırırken diğer yandan da tüm engellere ve zorluklara karşın yeni elde ettiği etkili silahları da Kobanê’deki savaşçılara ulaştırıyordu. Amerika’nın bombardımanı ve Güney’in sağladığı ağır silahlar Kobanê savaşçılarının cesaretiyle birleşince IŞİD canavarları durdurulabildi. Tüm dünyanın gözleri önünde cereyan eden ve ortalama zekaya sahip her insanın zorlanmadan görebileceği gerçekleri PKK/HDP yöneticileri utanmadan çarpıtmaya çalıştılar.

 Hâlâ “anti emperyalizmden” ve “halkların kardeşliğinden” dem vuranlar olduğu gibi, savaşanların elinde Güney’den gönderilen “anti tanklar” görüldüğü halde “Berzani silah göndermedi” diyecek kadar çirkefleşenler de olmuştu. Her sıkıştığında ve deşifre olduğunda “şehit edebiyatına” sarılan PKK, tam da ideolojik olarak iflas ettiği o günlerde yine ölümlere sığınmaya başlamıştı. Kobanê’de (PKK politikalarına rağmen) hayatlarını feda eden Kürd gençlerinin sırtından “zafer” destanları yazan; romantik paylaşımlarla yaşanan ideolojik ve politik iflası gizlemeye çalışan ve direnenlerin ölümleri üzerinden oluşan sempatiyi PKK’nin kirli kurumsal kimliğinin hanesine yazmaya çalışan PKK, en kritik anda savaşanların yanında yer alan Berzanilerin tabanda gelişen saygınlığını yok etmek için de her türlü yalan ve hileye başvuruyordu.

Kobanê direnişi ne halkların ne de PKK/HDP’nin direnişiydi; Kürdlerin ve ulusal talebi olan Kürdistanlıların direnişiydi. -Kobanê’de “halkların kardeşliği” teorisini yapanlar savaşmadı! -Esad-İran-TC ve Irak savaşmadı! -Sadece Kürdler savaştı. (Bireysel kararıyla bu savaşta yer alan istisnalar bu genel doğruyu değiştirmiyor) -Kobanê’de savaşanların çembere alınıp yok edilmesini engellemek için Küba, Venezüella gibi “sosyalist devletlerin” uçakları değil, PKK/HDP’nin en büyük düşmanı olan Amerika ve müttefiklerinin uçakları IŞİD barbarlarını bombalamıştı…

Kobanê’de ölüm-kalım mücadelesi veren savaşçıların ‘IŞİD’in ağır silahlarına karşı koymamız için ağır silah lazım’ feryadına, PKK’nin bel bağladığı ve taşeronluk yaptığı devletler/istihbarat örgütleri değil, PKK/HDP’nin “en büyük düşman, ikinci İsrail” dediği Güney Kürdistan yönetimi/Berzaniler yetişmişti. -Kobanê’de Kürdler IŞİD barbarlığına karşı savaşırken aynı zamanda PKK’nin kurumsal kimliğine/ideolojisine karşı da savaşıyorlardı. Bu karmaşanın ve yaşanan paradoksların en önemli nedeni PKK’nin taşeron bir yapı olması ve “Kürdler adına” hareket etmesine karşın Kürdlük/Kürdistanilik adına hiçbir amaca sahip olmamasıdır. Dahası her türlü ulusal talebe karşı şekillenmiş kirli bir yapı olmasıdır.

Bilindiği gibi Amed zindanında direnenler Bekaa’da her türlü hakarete uğramışlardı. Öcalan direnenler için “bir kaşık çorba için eylem yaptınız; Diyarbakır cezaevinde direnen sizler değil, benim ruhumdu” diyecek kadar küstahlaşmıştı. Şayet Kobanê’de yaşamlarını yitirenleri PKK kimliği dışına çıkarmadan sahiplenirseniz yarın öbür gün yine Öcalan veya benzeri hasta bir yönetici kalkıp ‘Kobanê’de ölenler bir parça ekmek için öldüler. Orada direnenler savaşanlar değil, PKK önderliğinin ruhuydu’ diyebileceklerdir. Dahası PKK’nin yaşadığı iflasa rağmen “şehit edebiyatı” ve “romantik hikayelerle” direnişlere yaklaşırsanız sadece ve sadece ihanetin ömrünü uzatmış olursunuz.

PKK amaçsız savaşında her zaman Kürdlere çaresizliği dayatarak ömrünü uzattı. Öyle bir çaresizlik ki ‘savaşanlara/tabana sahip çıkmak için PKK’nin kirli yapısını onaylamak’ zorunda bırakıldı Kürdler. Bu çaresizlikten kurtulmak için duyarlı Kürdler PKK’ye kendi gerçeklerini dayatmalıdırlar; PKK’ye ‘Ya devletleşmeyi savunursun ya da Kürdlerin yakasını bırakırsın’ dayatmasını yapmak her namuslu Kürdün kaçınılmaz görevidir. Kürdler bu dayatmayı yapmadıkları sürece “şehit edebiyatına” yenik düşecekler ve MİT elemanlarının vereceği direktiflerle devletleşme amacından da Kürdlükten de uzaklaşmaya devam edeceklerdir.

 Kürdler; Sadece Kürdistan için savaştıklarında anlamlı/saygın bir iş yapmış olurlar. Kürdistan için savaşmak ise Kürdlerin Ulusal Hakları’nı savunmaktan geçiyor. Kürdler arasında yapılan ve yapılacak her türlü ittifakta, Ulusal Haklar (devletleşmek) ilk ve zorunlu şart olmalıdır. Bu şartı yerine getiremeyenlerle “Kürdlük” adına ittifak yapmak Kürdlerin devletleşme amacına ihanet etmektir. Kürdler; PKK’nin amaçsız savaşının bedelini çok ağır ödediler bugüne kadar. Bu nedenle Kürdlük adına amacı olanlar ile amaçsızlar mutlaka ayrışmalıdır…

Süleyman Akkoyun

Diğer Haberler