Politik tartışmalar genel olarak toplumsal olayları/olguları farklı değerlendirmekten ve bu farklı değerlendirmelere bağlı olarak farklı çözüm önerileri sunmaktan kaynaklanır. Ancak Kuzey Kürdistan politik çevrelerinde yaşanan tartışmalar bu genel kuralın dışındadır; özellikle de 1999 yılından beri. Kuzey Kürdistan’daki politik ayrışmalar olayları/olguları farklı değerlendirmekten değil, görünen ve bilinen aynı doğruya karşı farklı kişilik sergilemekten kaynaklıdır.
1980 öncesinde ‘PKK’nin bir devlet projesi’ olduğu gerçeğinin yeteri kadar bilinmemesi anlaşılırdı. Ancak Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye geri gelmesiyle birlikte PKK’nin bir devlet projesi olduğu ve Kürd/Kürdistan düşmanlığı üzerine inşa edildiği herkesçe görülür olduğu halde gereğinin yapılmamış olması ise anlaşılır değildir.
Yakın zamana kadar PKK’ye dair yaptığımız değerlendirmeler, Kürd politik çevreleri tarafından genel olarak ‘uç, zorlama ve komplo teorisi’ olarak değerlendiriliyordu. PKK’nin son kongresinin ortaya çıkardığı sonuç ve kamuoyuna sunulan bildiriden de anlaşılacağı gibi devletine sadık, Türkiyelileşme/Türkleşme projesine hizmet sunmadaki kararlı ve ısrarcı tutumu; PKK misyonuna dair geçmiş tüm değerlendirmelerimizi doğruladığı gibi, bundan sonra da devletçi rolünü daha da görünür bir biçimde oynayacağını düşük zekâlıların bile anlayabileceği bir biçimde dışa vurdu.
Hazırlığı, 1990’lara dayanan Türk-Kürd ilişkilerinin ikinci yüzyıl için de yapılandırılması projesi Devlet Bahçeli’nin PKKgillerle tokalaşmasıyla öne alındı sadece. Hamas’ın İsrail’e saldırısı ve ardından İsrail’in paradigma değişikliğine (korunmak, izlemek ve edilgen bir siyaset tarzından, proaktif bir tarzda karar kılması) gitmesi; TC’yi bölgedeki jeopolitik kırılmalara karşı proaktif müdahale cephesini hemen kurmak zorunda bıraktı. Buna benzer olası konjonktürel risklere karşı iç cephesini tahkim etme çalışmalarına hız verdi. İç cephenin önemli araçlarından biri Öcalan’ın da artık görünür, duyulur ve sözü dinlenir olması gerekiyordu ve devlet bunu sağlandı.
İmralı adasında Öcalan ile yeniden bir araya getirilen devletin ‘İyi Çocukları’ndan Sırrı Süreyya Önder, ‘fahri başkan’ sıfatıyla ‘PKK’nin olağanüstü toplanmasını ve fesih kararı alması’ gerektiğini açıkladı. Sırrı Süreyya’nın, Öcalan adına açıkladığı metinde Kürdlerle ilgili hiçbir şey yoktu. Devlet adına yapılan açıklamalarda ise, sadece PKK’nin silah bırakması üzerinde duruldu ve ‘her şey terörsüz Türkiye’ için denilerek anlaşmanın özü ortaya konuldu.
TC’nin, Öcalan üzerinden talep ettiği olağanüstü toplanma ve PKK’nin feshi emri, Kandil’deki misyoner ekip tarafından olağanüstü bir hızla yerine getirildi.
PKK’nin silahsızlandırılması, amaçsız savaşının sona erecek olması Kürdler açısından olumludur kuşkusuz. Ancak bu anlaşmanın “Kürdler ile Devlet anlaşması” olarak sunulması tarihi bir tuzaktır. Anlaşma devletin piyasaya sürdüğü ve dönem dönem kontrolden çıkan karanlık bir örgütün yasal çerçevede devleti ile anlaşmasıdır.
PKK-Devlet anlaşması amaçsız bir savaşı bitireceği için olumludur ve bu noktada Kürdlerin bir itirazı olamaz. Ancak Devlet PKK ile anlaşırken tüm Kürdleri de bu anlaşmaya ortak ederek “Kürd Sorunu’nun çözümü” gibi sunmaya çalışacaklar. Bu noktada herkesin dikkatli olması gerekiyor ve tarihi suça ortak olmaktan kaçınmaları gerekir.
PKK’nin feshi veya silahsızlandırıyor olması fiziki varlığına da son verildiği anlamına gelmiyor; TC-PKK ilişkisinde yeni bir aşamaya geçiyor sadece. Birçok nedenden dolayı kullanım süresi dolan silahlı PKK’ye sivil elbise giydirilerek devleti adına misyonuna devam edebilmesinin yolu açılıyor.
PKK ‘teslim oldu’ gibi iddialar olanları/olguyu açıklamaya yetmiyor; PKK teslim olmadı, tam tersine silahlı olarak görevini layıkıyla yaptı ama uluslararası konjonktür ve bölgedeki güç dengeleri; TC’ye, PKK’yi formatlamaya zorladı. Devlet-PKK arasında süregelen biçimsel hareketlilik, PKK’nin sivil siyasete katılmasını sağlamak için toplumsal rıza üretmek, yasal, hukuksal altyapı hazırlamak ve silahlı PKK’nin sunduğu hizmetlerin sivil PKK üzerinden de devamını sağlamanın önünü açmak içindir.
PKK 12. Divan açıklamasında: ‘Önder Apo Kürt-Türk ilişkilerinin sorunsallaştığı Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasının öncesini referans alarak, Ortak Vatan ve Kürt-Türk halklarının ana öğesi olan Demokratik Cumhuriyeti perspektifini ve Demokratik Ulus anlayışını Kürt sorunların çözümü olarak benimsedi…’ denilmektedir.
‘Lozan öncesini referans almak’ demek, TC’nin halen işgal altında tuttuğu Kuzey Kürdistan’a ek olarak Kürdistan’ın başka bölgelerini/parçalarını da TC’nin egemenliği altına alma arzusunu ele veriyor; başka bir ifadeyle Misak-ı Milli’yi amaçlıyor. Kürdler adına birilerinin Misak-ı Milli’yi savunması ise açıkça Kürdlere/Kürdistan’a ihanettir. Bunun başka hiçbir adı olamaz!
PKKgilleri sevk ve idare edenlerin Kürdistan’da işgali meşrulaştıran ve yeni işgalleri öngören devlet anlayışını utanmadan, sıkılmadan hala dillendirebiliyorlar. Bu pervasızlığın en önemli nedenlerinden biri de Kürd politik çevrelerinin zamanında gereken tepkiyi göster(e)memiş olmalarıdır kuşkusuz. Tepki görmeyen PKK, ihaneti artık açıkça dillendirmekte sakınca görmüyor ve sınır da tanımıyor. Üstelik bu ihaneti Kürdlerin temsilcileri sıfatıyla dile getirip adına da “barış-özgürlük-zafer” diyebiliyorlar. Artık kimsenin sahtekârlık, iki yüzlülük yaparak halkı kandırma olanağı kalmamıştır. Ya Devlet-PKK ortak ihanetinin hayata geçirilmesine karşı açıkça tavır alınıp mücadele edilecek ya da bu çirkin ittifakın bir parçası olunacaktır…
Sonuç olarak;
PKK-Devlet anlaşması, Ortadoğu’da emperyal bir güç olmaya başlayan TC, mevcut egemenlik alanlarını genişletmek istiyor ve bunun için de en sadık ve güvenilir örgütü olan PKK’yi devreye sokuyor;
Devlet, Ortadoğu’da jeopolitik kırılmaların olabileceğini 2000’lerde öngördü ve önlem almaya başladı;
Devlet, Bölgede olası jeopolitik kırılmalara karşı proaktif bir müdahale cephesini oluşturuyor;
Devlet, İç cephesini Kürdlere dayanarak tahkim etmeye çalışırken bile Kürd sorununu eşitlik temelinde çözme iradesi göstermiyor, (öyle bir irade olsaydı, Kürdlerin içinde muhatap aramasına gerek kalmazdı) şiddetten arındırılmış çözümsüzlükte ısrar ediyor;
Sömürgeci/sömürge ilişkilerinde silahların susması, çatışmaların bitmesi barış değildir. Buna bir isim verilecekse; savaşa neden olan nedenlerden vazgeçmektir!
Savaşa neden olan olgu; Kürdistan’ın sömürgeci devletler tarafından parçalanmış ve paylaşılmış olduğuna olan itirazdı.
Adına, ‘proje-barış-kardeşlik-çözüm vs.’ denilen yanılsama;
Sömürgeci devletin kendi alt-birimi olan PKK ile kurduğu yeni bir ilişki biçimidir ve 1.Lozan’ın çağa uyarlanmasını, yani 2.Lozan’ın yaşama geçirilmesini amaçlamaktadır…
Süleyman Akkoyun