Ermeni Soykırımı Ve Kürdler

Ermeni Soykırımı Ve Kürdler

Başta Ermeni halkı olmak üzere Asuri-Süryani, Rum ve Êzidi Kürdlere karşı işlenen bu insanlık suçunun ismini net olarak ortaya koymada ve “bu bir Soykırımdır” demede hiç tereddüt etmedik/etmeyeceğiz.

Hiç dolaylı yollara başvurmadan bu Soykırım sorumlularını lanetledik/lanetlemeye devam edeceğiz.

Bir kez daha 1915 Soykırım mağdurlarını saygıyla anarken, Soykırımdan sorumlu olanları bir kez daha lanetliyoruz…

1915 tarihin gördüğü en büyük Soykırımlardan biridir kuşkusuz.

Soykırım

Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş ve Ocak 1951’de yürürlüğe girmiştir.

Sözleşmenin ikinci maddesinde Soykırım suçları tanımlanırken (e) fıkrasında, “Grup bünyesindeki çocukların başka bir gruba aktarılması” da bu suçlar arasında sayılıyor…

Soykırım her ne kadar “modern” çağın bir insanlık suçu olsa da, bazı anlayışlarda geçmişten gelen ve Soykırımı “doğal” gören uygulamalar vardır.

Osmanlı döneminde normal bir işleyiş olan “devşirme uygulaması”, kabul edilen Soykırım sözleşmesine göre bir insanlık suçudur ve Soykırım kapsamına girer.

Öyle bir kültürle yoğrulmuş olan ve başkalarına karşı böyle pervasızca davranma hakkını kendinde bulan İttihat Terakki, 1915 Soykırımı’nı planlı, projeli ve soğukkanlılıkla yaptı. Çünkü kültürel olarak yabancısı olmadıkları bir insanlık suçunu işlediler…

Soykırımın temel özelliği, örgütlü yapılar (devlet) tarafından ve bir amaca varmak için belli bir plan çerçevesinde, tasarlanarak yapılmış olmasıdır.  Öyle olmasaydı ilk toplumlardan günümüze kadar devam eden topluluklar, toplumlar arası olayları “Soykırım” olarak nitelemek durumunda kalırdık.

Bu gerçeklik, Soykırımcıları lanetlerken Sistemi, Devleti, Rejimi işaret etmemizi sağlıyor.

Kürdler sayısız Katliam ve Soykırım yaşadı bugüne kadar. Daha birkaç gün önce Enfal Soykırımı’nın yıl dönümüydü. Enfal Soykırımı’ndan dolayı Arap halkını değil, Saddam Rejimi’ni lanetledik. Soykırım yapan bir devletin vatandaşı olan Araplar, Irak’ta yaşanan sorunlardan dolayı Güney Kürdistan’a sığınabiliyor ve kendilerini Soykırım mağduru bir halkın yanında daha güvende hissedebiliyor. Baas Rejimi’nin Soykırım hesabını Arap halkına sormayan Kürdler, misafirlerini doğal bir şekilde karşılayabildiler ve sahip çıkabildiler. Bu örnek, sorunun halklar arasında olmadığını, devletlerin suçlarını halklara mal etmememiz gerektiğini çok net bir şekilde göstermektedir…

Türk devletinin Kürdlere karşı (yüz yılı aşkın bir süredir) yaptığı birçok Katliam ve Soykırım’a rağmen hiçbir zaman Türk halkını sorumlu tutmadık. Üstelik Türk halkının büyük bir bölümü devletine bağlı olmasına ve onun politikalarını desteklemesine rağmen…

1915 Ve Kürdler…

1915 Soykırımı’ndan söz edilirken, Soykırım mağduru halklara sahip çıkıyormuş gibi bir görüntü veren Kemalist Sol çevreler, “Kürdler” diye başlayan değerlendirmelerinde olayları ince bir kurnazlıkla çarpıtmakta ve devleti aklama, en azından suç ortağı yaratma çabasına girmektedirler. Devletin kendilerine verdiği bazı “belgeleri” büyük araştırmacı(!) edasıyla değerlendiren, tekil olaylardan yola çıkarak Kürdleri Soykırım ile birlikte anan bu Kemalist Solcular’ın tek amacı halklar arasında sorun yaratmak ve hem bu sorundan beslenmek hem de devletlerini aklamaktır.

Bu sahtekarlar değerlendirmelerinde öyle bir görüntü veriyorlar ki, sanki Kürdler Soykırım’dan palazlandılar ve kendi devletlerini kurarak lüks bir yaşam sürmeye başladılar…

Ne yazık ki Kemalist Sol’un düşünce yapısını benimseyen veya  propagandasının etkisini kıramayan bazı Kürd, Ermeni, Süryani politik çevreleri de yanlış değerlendirmelerle Kürdleri devlet ile birlikte suç ortağı yapmaya katkı sağlamaktadır. Hatta bazı sosyal paylaşım sitelerinde o kadar ileri gidiliyor ki, Kürdler bir bütün olarak “hırsız”, “talancı”, “vahşi” ve “başka coğrafyalardan” gelip başkalarına ait toprakları işgal eden bir toplum olarak gösterilmekte ve Soykırım’ın tek sorumlusu olarak sunulmaktadır; tıpkı devletin Kürdlere biçtiği rol gibi…

Yine bir devlet politikası olan, ‘Kürdleri inanç ve lehçe üzerinden bölme ve farklı göstererek ulus olmadıkları’ yalanını benimsetme de, Ermeniler ve Süryaniler adına politika yaptığını iddia eden bazı çevrelerde de rastlıyoruz…

Kürdlerin Türk devleti ile birlikte anılmasına, bazı Kürd politik çevreleri de açıkça zemin hazırlamaktadırlar…

Örneğin, “Çanakkale savaşını birlikte yaptık”, “Kurtuluş savaşı iki halkın ortak mücadelesiyle gerçekleşti” gibi değerlendirmeler Kürdlerin devletle birlikte anılmasına neden olabiliyor.

a- Çanakkale savaşı, devletçilerin ve onların etkisindeki Kürd politik çevrelerinin sunduğu gibi bir kurtuluş savaşı değil, egemenler arası bir paylaşım savaşıydı.

Bu savaşta Osmanlı egemenliğinde yaşayan tüm halklar gibi (kimi cephe gerisinde, kimi vergi vererek kimi de cephede savaşarak) Kürdler de zorunlu olarak yer aldılar.

b- Söylendiği gibi Türkiye bir “kurtuluş savaşı” yapmadı ve direkt emperyalist bir proje olarak kuruldu. Emperyalist ülkelere karşı tek bir çatışma bile yaşanmadı söz konusu dönemde. İttihatçıların Malta sürgünü, dönüşte Almanya yerine İngiltere’yi efendi olarak kabul etmeleri sonucu TC kurulmuş oldu. TC ile yapılan anlaşma gereği İngiltere tarafından Soykırım suçundan yargılamalar durduruldu ve Soykırım suçlusu ittihatçılar yeni cumhuriyetin kurucuları oldu…

c- Kemalistlerin iddia ettiği gibi TC İttihat Terakki’den kopuk değil, onun devamı ve maske takılmış kendisiydi. Yakın zamanda ortaya çıkan belgelerde, Enver Paşa’nın İngiliz istihbaratıyla görüşmelerini ve bu görüşmelerde Mustafa Kemal adına da konuştuğunu gösterdi…

Soykırım sürecini de kapsayan birinci dünya savaşından en çok etkilenen ve birçok devletin hedefi olan Kürdistan tarihinin en büyük yıkımını yaşadı. Farklı zamanlarda Rusya, İngiltere, İran ve Türkiye gibi devletlerin hedefi oldu Kürdler.

“Anti-emperyalist” mücadele sonucu bağımsızlığını kazandığını söyleyen TC, İngiltere’den tek bir saldırı görmezken, Kürdler, İngilizler tarafından misket bombalarıyla bombalandı…

Kürdlerin birçok devletin ortak hedefi olmasının tek nedeni, Kürdistan’ın stratejik önemi ve yeraltı zenginlikleriydi. Topraklarının zenginliğine rağmen dünyanın en yoksul halklarından biri olmaya devam eden Kürdler, ülkeleri talan edilirken “talancı” gösterilebiliyorlar.

Bu iki neden (stratejik önem ve yer altı zenginliği) hâlâ bütün dünyanın Kürdler üzerine oyun oynamalarını sağlıyor ve en doğal hakları olan devletleşmelerini de engelliyor.

Çok kültürlü, çok uluslu ve çok inançlı bir coğrafyada “tek devlet, tek millet, tek inanç” anlayışını hayata geçiren İttihat ve Terakki, bazı halkları (stratejisi gereği) öncelikli hedef yaptı. 1915 Soykırımı’nda öncelikli hedef Ermeni halkı olmasına karşın, Süryaniler ve Êzidi Kürdler de Soykırım’dan nasiplerini aldılar. Çünkü Soykırım’da “inanç” argümanı kullanıldı.

Her halkın iyisi-kötüsü olduğu gibi Kürdlerin de iyisi-kötüsü vardır kuşkusuz. Bazı Kürd aşiretler hem inanç propagandasının etkisiyle hem de devlete bağlı birlikler (Hamidiye Alayları) olmaları nedeniyle bu Soykırım’da rol oynadılar; tıpkı bugün de devlete bağlı bazı kesimlerin (Köy Koruyucuları) olması gibi…

İsminden de anlaşılacağı gibi Hamidiye Alayları, Osmanlı devletine bağlı birliklerdi, dolayısıyla Kürdlük ile hiçbir ilişkileri yoktu. Ve bu birlikleri “Kürdler” diye nitelemek doğru değildir…

Hamidiye Alayları’nın ilk saldırıları Kürdlere (Alevi Kürdler) karşı yapılmıştır ve daha sonra da yani Soykırım sürecinde de Hıristiyan halklarla birlikte yine Kürdlere (Êzidi Kürdler) de saldırmışlardır. Bu durum tek başına her şeyi açıklamaya yetiyor ve Hamidiye Alayları ile Kürdlük arasında bir bağ kurmanın olanaksız olduğunu göstermeye yetiyor.

Bu gün Türk ordusunda, TC vatandaşı olan her halktan (Kürdler, Ermeniler, Süryaniler) insan zorunlu olarak görev yapmaktadır. Kürdler sayıca fazla olduğu için belki de ordunun yarısına yakını Kürd’tür. Peki bu Türk ordusunun askerleri ile Kürdlük arasında bir bağ kurabilir miyiz?

Bir insanın bir milliyete mensup olması ile o milliyetin politik aktörü olması çok farklı şeylerdir.

Kürdlük kavramı, Kürdlerin Ulusal Hakları için mücadele etmeye işaret eder. Bu gün de köken olarak Kürd olan ama Kürdlük kavramının karşısında yer alan birçok insan vardır. Bu insanlar Kürdleri yok sayan, katleden devletin hizmetçileridirler. Bu nedenle bu insanlar ile Kürdlük arasında değil bir bağ, tam bir karşıtlık vardır…

Soykırım sürecinde yer alan bir tek Kürd Ulusal Kurumu yoktu.

Kime hizmet ettiği, nasıl bir kültür ile şekillendiği dikkate alınmayıp sırf kökeninden yola çıkıp olaylar değerlendirilirse, bazı Kürdlerin yanlış bir şekilde “Dersim Soykırımı’nı Sabiha Gökçen yaptı” demelerine itiraz edilemez. Sabiha Gökçen, Soykırım’da ailesini kaybetmiş ve bir Türk  gibi yetiştirilerek Kürdleri yok etmenin gerekliliği aşılanmış bir yetimdi. Bir Soykırım mağdurunun bir başka Soykırım’da rol oynaması aslında tam bir trajedidir. Sabiha Gökçen’in Ermeni kökenine atıfta bulunup dolaylı da olsa Dersim Soykırımı’nda Ermenilere pay çıkarmak ne kadar yanlış ve aptalca bir yaklaşımsa, devletin propagandasının etkisiyle devletin hizmetinde yer alıp Ermeni, Süryani Soykırımı’nda yer alan bir işbirlikçi ile Kürdler arasında bir bağ kurmak da o kadar yanlış ve aptalcadır…

Kemalist “araştırmacılar”, “tarihçiler”, sanki bir Kürd devleti varmış veya Soykırım ganimeti üzerine inşa edilen bir Kürd devleti söz konusuymuş gibi değerlendirmeler yaparken, Ermeni, Süryani topraklarının Kürdler tarafından “işgalini” gerekçe gösteriyorlar.

2

Devlet, kendi politikalarına hizmet eden kesimlere “ödül” olarak bazı topraklar verdi. Devlet onayı olmadan Kürdler tarafından el konulmuş topraklar söz konusu değildir. Zaten devletin Kürdistan’da hâlâ egemen olduğu gerçeği bu durumu yeteri kadar açıklıyor. Ciddi bir araştırma yapılırsa, Soykırım’ın yapıldığı yerlerde toprağın büyük bir bölümü hâlâ “hazine arazisi” veya “vakıf” malıdır. Yani söz konusu toprakların tapusu büyük çoğunlukla hâlâ devletin elindedir ve devlet bu toprakları kira karşılığında ancak insanlara geçici olarak (işletmeyle sınırlı) veriyordur. Devlet belli dönemlerde bu arazilerin bir kısmını da satışa çıkarıp sattı. Aynı devlet sınırlı sayıda da olsa bazı işbirlikçilerine bu topraklardan bir kısmını da hibe etti; yaptığı hizmet karşılığı…

Mor Gabriel davasında olduğu gibi, Hıristiyan halklara ait mülklerle ilgili son sözü devlet söyler…

Son kırk yılda yaşanan savaştan dolayı birçok köy boşaltıldı. Bu köylere fiilen Köy Korucuları el koydu ve toprağı işleyerek yararlandılar. Devlet bu Köy Korucuları’na olur verirken arazilerin tapusunu onlara vermedi; sadece işletmelerine izin verdi. Bu günkü uygulama ile 1915 Soykırımı’ndaki uygulama arasında nitelikçe bir fark yoktur…

Sonuç olarak;

Devlet çok yönlü propagandalarla ve her halktan kiralık insanlarla kendi politikalarını hayata geçirirken, yanlış bir tarih, yanlış bir bilinç oluşturarak halkları birbirine düşman etmektedir. Halklar arasında yarattığı çelişkiden yararlanarak varlığını sürdürüyor devlet.

Duyarlı her insana düşen görev, işgalci, faşist devletin oyunlarını bozmak ve halklar, inançlar arasında dayanışmayı, işbirliği ve güveni geliştirmektir…

1915 Soykırımı’nda bazı Kürdlerin devlete alet olması, hiçbir Ulusal Kurumu olmayan Kürdleri devletin suç ortağı yapmaz. Soykırım sürecinde ulusal bir kuruma sahip olmayan Kürdlerin Soykırım’dan dolayı hukuki bir sorumluluğu yoktur/olamaz da…

Ancak Kürd politik çevrelerinin, aydınlarının ve sorunun bilincinde olan şahsiyetlerinin insani bir sorumluluğu vardır.

Bu sorumluluk, Soykırım’ın tanınması için çaba sarf etmeleri ve mağduriyetlerin giderilerek halkların kendi topraklarında güven, barış içinde yaşamalarını sağlamak gibi insani bir sorumluluktur…

Biz; kişilerin, grupların olumsuzluklarından yola çıkarak halkları, inançları bir bütün olarak mahkûm etme, rencide etme, hedef olarak görme gibi ilkel bir anlayışı benimsemedik bu güne kadar ve bundan sonra da asla benimsemeyiz…

Bazı kişi ve grupların Kürd halkına yönelik haksız ithamlarına tepki olarak Ermeni, Süryani ve diğer halkların haklı davalarına sırt çevirmeyiz.

Soykırım konusunda tutumumuz çok nettir!

Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da bu konuda sorumluluklarımızı yerine getireceğiz…

a- Devletin Soykırımı tanıyıp mağdurların mağduriyetini gidermesi gerekiyor…

b- 1915 Soykırımı’nda topraklarından kopan halkların varisleri topraklarına geri dönmelidir…

c- Geri dönenlerin toprakları malları iade edilmelidir…

d- Ermenilerin, Süryanilerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde kendi kendilerini yönetecek kurumları olmalıdır…

Bu konuda Kürd politik çevreleri Soykırım mağduru halklarla dayanışma içinde olmalı ve gelecek için kendilerine güvence vermelidir.

Bu güvence, ‘Kürdler kendi kendilerini yönettiğinde tüm halkların ulusal, dinsel, siyasal haklarına saygı gösterilecektir’ şeklinde olmalıdır…

Biz, devlet politikalarına alet olmadığımızda birlikte kardeşçe yaşayabileceğimize inanıyoruz.

Aslında bunun örneği de var. Her ne kadar Kemalist Sol, PKK ve onlara yakın kişi/kurumlar görmese de veya görmek istemese de, Güney Kürdistan’da bu birliktelik hayata geçirilmiş durumdadır…

Bu gün yarım yamalak bir devlet olmasına rağmen Güney Kürdistan’da, Süryani, Ermeni ve Türkmen halklarının parlamentoda/yönetimde kontenjanları var; kendi kültürlerini, inançlarını yaşama ve geliştirme noktasında bir sıkıntıları, sorunları bulunmamaktadır. Güney Kürdistan, her devletin yapısından kaynaklanan olumsuzlukları barındırsa da, farklı halklara, farklı inançlara saygı gösterme noktasında Ortadoğu’da örnek bir model teşkil etmektedir…

Süleyman Akkoyun

Diğer Haberler