Sosyal medyanın sağladığı kolaylıkla dijital çağı dedikodu çağına dönüştüren bir ucuzluk hüküm sürüyor.
Bireylerin itibarsızlaştırılması bir tarafa, kitlesel karalama da almış başını gidiyor.
Kürt kamuoyunda bu karalamanın odağını Kürtlerin tek hukuki yönetimi olan Kürdistan Federe Yönetimi (KRG) oluşturuyor.
Amerika gibi dünyanın en büyük devletleriyle ortaklık kurabilen Kürdistan Federe Yönetimi, 15-20 yıldır istikrarlı bir şekilde Türkiye’nin bir valiliği, Pêşmerge adlı Kürdistan ordusu da köy korucusu olarak lanse ediliyor. Sürekli Pêşmerge ile PKK arasında savaş çıktığı/çıkacağı şayiası yayılıyor.
Kimi zaman ileri bir tarih verilerek, Pêşmerge’nin savaş başlatacağı haber konusu yapılıyor, ancak bu tarihlerin üzerinden yıllar geçmesine rağmen bir şey yaşanmıyor.
İstenen savaş bir türlü çıkmadığından, bu kez KRG’nin Türkiye’ye istihbarat verdiği, Türk ordusuna yol ve karakol yaptığı, Türk ordusunun Kürdistan bayrağı eşliğinde Pêşmerge kıyafeti giyerek kendini kamufle ettiği iftirası dolaşıma sokuluyor.
Peki hava gücünü, teknik imkanları ve NATO desteğini etkin bir şekilde kullanan Türkiye istihbarat, operasyon ve lojistik için KRG yönetimine muhtaç mı? Tabii ki değil.
Türkiye yıllardır benzer operasyon ve işgalleri Kıbrıs’ta, Suriye’de, Libya’da ve bazı Afrika ülkelerinde yapıyor. Halen Kürdistan’ın en güzide şehirleri olan Afrin ve Serêkaniye işgal altında. Türkiye Rojava’da sürekli dron saldırılarıyla suikastlar düzenliyor. Tüm bunları da mı Barzani ve KRG’nin desteğiyle gerçekleştiriyor?
Yeryüzünde şüphe ve şaibe oluşturmaktan kolayı yoktur. Aslı astarı olmayan söylentilerin delil kuralları anlamında ciddiye alınacak bir yanı var mı? Tabii ki yok.
İçeriği bilinmeyen sıradan bir fotoğraf ya da video görüntüsüyle ihanet gibi vahim yargılara ulaşmak, ancak Kürtler arası düşmanlıktan nemalananların yapacağı şeylerdir.
Türkiye gibi hukukun felçli olduğu bir ülkede bile benzer söylentiler soruşturma konusu olursa safsatadan öteye geçmediği görülür ve iddia/name düzeyine bile çıkmadan işlemden kaldırılır.
Kaldı ki bazı delillerle desteklenen bir iddianın varlığı, hüküm kurmak için yeterli değildir. Hüküm kurmak, karar vermek için tarafsız bir heyetin önünde sağlıklı bir yargılamanın yapılması, tüm delillerin toplanarak tartışılması ve tarafların dinlenmesi, savunmaların alınması gerekir.
Türkiye’de ceza yargılamasıyla en fazla karşılaşan kesim olan Kürtlerin bu tür süreçlerden haberdar olmaması mümkün değil. Buna rağmen Kürtler arasında işleyen mekanizma neden adalet mekanizması değil de iftira ve itibarsızlaştırma mekanizması?
Binlerce sosyal medya sayfasının bir konuda sürekli şayialar yayması, medya ciddiyetine haiz olmayan parti propaganda broşürleri ve kanallarının yayınlar yapması, bu söylentileri iddia seviyesine bile çıkarmaz.
Türkiye’nin yıllardır Kürdistan Federe Yönetimi’ni bir şekilde savaşın içine çekme politikalarına, başkan Mesud Barzani ısrarlı bir şekilde “Kürtler bir daha asla kardeş kanı dökmeyecek” sözüyle karşılık verdi. Tüm kışkırtma ve saldırılara rağmen, KRG ve KDP metanetini koruyan bir duruş sergiledi.
Öyle ki bu durum eski PKK’li Bakur Kürtlerinin bir kısmında ciddi tepkiyle karşılanıyor. Bu kesim PKK’nin saldırılarına karşılık verilmesi gerektiğinden bahisle KDP ve Mesud Barzani’yi eleştiriyor.
Her iki kesim de Kürdistan Federe Yönetimi’ne haksızlık ediyor. Bir kere yasal olarak Türkiye’nin Başûr’daki işgal ve operasyonlarının Kürdistan Federe Yönetimi’yle ilişkilendirilmesi mümkün değil.
KRG federe bir devlettir ve federal devlete rağmen (Irak devleti) uluslararası hukuk kapsamında Türkiye de dahil hiçbir devletle anlaşma yapamaz. Dış işleri, para basma, savunma, telekomünikasyon ve gümrük gibi konular federal devlet yetkisindedir.
Türkiye öteden beri Irak yetki bölgesindeki operasyon ve işgallerini Irak devleti, Amerika ve İngiltere gibi küresel güçlerle koordineli yürütüyor.
Bugüne kadar Türkiye ile Irak arasında sınır güvenliğiyle ilgili üç anlaşma yapıldı. 5 Haziran 1926 tarihli İngiltere, Türkiye ve Irak’ın taraf olduğu Ankara Anlaşması’nın 9. maddesinde sınır bölgelerinde suç işleyip sınırın öte tarafına geçenlerin tutuklanması ve iadesi karara bağlandı. 12. maddede “Sınır bölgesinde öteki devlete karşı yöneltilmiş hiçbir propaganda örgütüne ya da kuruluşuna izin vermeyecektir’’ denildi.
29 Mart 1946 tarihli Dostluk ve İyi Komşuluk Anlaşması’nın 6. maddesinde belirtilen protokolde “Taraflar, iki memleket arasındaki hududun her iki yanında 75’er kilometrelik bir bölgede çıkacak ve hudut münasebetlerinin ahengini bozacak mahiyetteki her türlü olay ve anlaşmazlığın çözülmesini sağlamak hususunda anlaşmışlardır’’ denildi.
Dört yıllığına imzalanan 15 Ekim 1984 tarihli Türkiye-Irak Güvenlik Protokolü her iki ülkeye ön izin olmaksızın diğer ülke topraklarına 5 kilometreye kadar sıcak takip yapma hakkı tanıdı.
1974’te BM Genel Kurul kararı ile self-determinasyon, özgürlük ve bağımsızlık hakları ile ulusal kurtuluş hareketleri devletlerin saldırı yetkisinin dışında tutuldu.
PKK’nin self-determinasyon ve ulusal kurtuluş hareketi vasfını terk etmesi örgüte yapılan operasyonlarda devletin elini hukuken güçlendirse de, Türk devletinin özellikle 1988’den sonra sınır ötesi harekat yapmasının meşru müdafaa dışında hiçbir dayanağı yoktur.
11 Eylül sonrası gelişen Uluslararası Adalet Divanı içtihadları ve BM kararları ile devlet dışı güçlerden (PKK gibi) gelen silahlı saldırılara karşı devletlere istismar alanı açan bir pratik oluştu. BM Güvenlik Konseyi’ne bildirim şartı bile esnetildi.
Bu nedenle çok ağır bir şekilde uluslararası hukuku çiğnemesine rağmen Türkiye’nin sınırları dışındaki işgallerine yönelik BM tarafından bir uyarı ve kınama yayımlanmıyor.
Irak devletinin 2004’te PKK’yi terör örgütü listesine alması da Türkiye’nin operasyonlarını kolaylaştırıyor.
Tüm bunlar göz önüne alındığında Türkiye’nin işgal ve operasyonları nedeniyle KDP gibi herhangi bir Kürt partisi veya Kürdistan Federe Yönetimi suçlanamaz. TC’nin muhatabı Kürdistan yönetimi değil, Irak merkezi hükumeti ve uluslararası hukuk mercileridir.
Irak Anayasası’nın 110. maddesine göre dış politika, diplomatik temsil, uluslararası sözleşmeler, silahlı kuvvetler, Irak’ın sınır güvenliği, savunma ve milli güvenlik politikaları gibi konular federal makamların yetkisindedir. Kürdistan Federe Bölgesi’nin uhdesinde değildir.
Türkiye’nin uluslararası hukukta dayanağı zayıf işgaline karşı PKK çevrelerinin iç ve dış kamuoyunda işgal temelli bir gündem ve baskı oluşturmak yerine tüm enerjisini Öcalan’ın avukat görüşü ve Barzani düşmanlığına ayırması düşündürücüdür.
Kürt olarak kimlikleri bile olmayan, yüz binlercesi dalga dalga Türkleşen ve Batman petrolü gibi yer altı ve yer üstü zenginlikleri üzerinde hiçbir söz hakkı olmayan Bakur Kürtlerinin petrol zengini ve benzeri yaftalarla Barzani ailesine düşman edilmesi ancak Kürt düşmanlarının isteyeceği bir şeydir.
Bir kere Irak Anayasası’nın 112. maddesine göre herhangi bir aile hatta federe hükumetin petrol zengini olması mümkün değildir. Kürdistan bölgesinde çıkan petrol gelirleri ülkenin tamamına nüfus dağılımına göre dağıtılmak zorundadır.
Kürdistan Federe Bölgesi, yaklaşık iki yüz yıldır dört parçaya bölünen Kürdistan’ın uluslararası statü sahibi tek parçasıdır. Resmi olarak tüm dünyada Kürdistan adıyla kabul edilen tek parçadır. Kürtçenin resmi dil olduğu, Kürdistan bayrağının dalgalandığı ve Kürtlerin yer altı ve yer üstü zenginlikleri üzerinde pay sahibi olduğu tek parçadır.
Bu kazanımla gurur duyup ileriye taşımak yerine, bir parti ya da aile temelinde düşmanlık odağına dönüştürmek, ancak Kürtlerin gün yüzü görmesini istemeyenlerin yapabileceği bir şeydir.
Türk devletinin öteden beri Bakur ve Başûr Kürtleri arasında Kuzey ve Güney Kore benzeri derin bir düşmanlık ajandasının olduğu biliniyor. Bu değirmene su taşıyan her söylem ve siyaset, kim tarafından ne niyetle yapılırsa yapılsın Kürtlerin faydasına değildir.
İhanet, ajanlık, hırsızlık, işbirliği gibi söylentilerin muhatabı dedikodu mekanizması değil, adalet mekanizmasıdır. Onun da ne kadar titiz ve her türlü kuşkudan uzak, somut ve inandırıcı delillerle işlediği az buçuk hukuktan anlayanların malumudur.
Kürtlerin parti ve liderler üzerinden ayrışma ve çatışma lüksü yoktur. Bir kaşık suda fırtına koparmak değil, daha iyisini yaparak ileri taşımak tarihi bir sorumluluktur.
Milletleri zillete duçar kılan fesat ve nifaktır. Bir arada tutan sevgi ve güvendir. Kendisini dedikodu çarkına kaptıran bir toplumun geleceği olmaz. Yalan ve iftira bumerang gibidir. Sahibini vurmadan durmaz.
Kaynak:https://www.rudaw.net/turkish/opinion/20072024