Neden Muhatap?

Neden Muhatap? Süleyman Akkoyun, PKK; HDP Kürtler Kürdistan

Sorunlar çözülmek için vardır. Genel olarak ta insanlar aşabilecekleri sorunlar üzerinde yoğunlaşır ve çözüme ulaştırmaya çalışır. Çözülemeyecek sorunlar ya sorun değildir ya da çözülmesi için gerekli istek/irade yoktur.

Türkiye’de, “aklı başında” birçok politikacının, yazarın, yorumcunun sıklıkla dile getirdiği “Kürd sorununun çözümünde muhatap kim olmalı” sorusu yeni bir sorun olarak karşımıza çıkıyor.

Bu sorun devlet/devletçilerin samimiyet sorunudur aynı zamanda.

Sorunu yaratanlar sorunu “sorun” olarak görmedikleri için inkâr yolunu seçtiler uzun bir dönem.

Sorun kendini dayatınca ve bundan kaçış koşulları kalmayınca da sorunun varlığını kabul etmek zorunda kalan egemenler, bu defa da sorunu “isimsiz” bırakmayı ya da yanlış isimlendirmeyi uygun gördüler.

Son zamanlarda hem sorunun varlığı hem de doğru isimlendirme (Kürd sorunu) noktasında umut verici gelişmeler yaşansa da, bu defa da “muhatap kim olmalı” sorusu tartışma konusu yapılarak yeni bir samimiyetsizlik örneği gösteriliyor.

Devlet, çatışmaları durdurmak, savaşa son vermek için bir muhataba ihtiyaç duyar. Çünkü çatışan iki taraf var ve iki tarafın da onayıyla savaş sona erer.

Bu noktada muhatap bellidir: çatışan taraflar Ordu ile PKK’dir. Görüşecek ve çatışmalara son verecek olan da bu iki güçtür, ya da bu iki gücü yönetenler/yönlendirenlerdir kuşkusuz.

Ama Kürd sorununu ne PKK ne de başka Kürdler yarattı, dolayısıyla çözüm için de muhatap olmaları gerekmiyor.

Sorun yaratanlar, neden oldukları sorunu çözme konusunda samimi iseler muhataba gereksinim duymazlar. Tıpkı bir hırsızın “hırsızlığından kaynaklı olarak” ortaya çıkan bir sorunu çözmek istediğinde muhataba gerek duymaması gibi.

Bu durumdaki bir hırsız, ya birilerinin şahsında “tövbe” eder, ya da kuracağı yeni yaşam tarzında hırsızlığa kapalı bir düzenlemeye gider.

Devlet de tıpkı hırsız gibi yaptığı yanlıştan vazgeçerek sorunu çözmede samimi olduğunu gösterebilir ancak.

Hırsızın tövbesi gibi devlet de, ya uluslararası bağlayıcılığı, yaptırım gücü olan kuruluşlar (Birleşmiş Milletler gibi) nezdinde güvence verecek/tövbe edecek ya da herkesin doğuştan/doğadan aldığı haklarını kaygısızca kullanabileceği bir ortamı gönüllü olarak yaratacak.

Neden Muhatap?

Kürd sorunu Kürdlerin neden olduğu bir sorun değildir. Bu nedenle de sorunun çözümünde devletin Kürdler içinde muhatap araması/yaratmaya çalışması farklı hesapların yapıldığını gösteriyor.

Birincisi devlet, çözüm yönünde adım atmak istemediğinde, sürüncemede bırakmak ve halkı oyalamak istediğinde “muhatabın kim olacağı” bir sorun, çözüm önünde bir engel olarak göstermeye çalışır. Zaman kazanmaya yönelik bu tür yaklaşımlar uzun süre belirleyici de oldu.

Devletin ikinci ve esas hesabı ise, mümkün olduğunca az açılımla “sorunu çözmek” ve sınırlı adımların ötesi/ilerisi taleplerini (yaratılan muhatap vasıtasıyla) dizginlemektir.

Devletin muhataptan beklentisi, “çözüm” sonrası devletin çıkarlarına zarar vermeyecek bir güvencedir. Başka bir deyişle muhatap, Kürdler içinde merkezi otoritenin çıkarlarını korumakla yükümlü olacaktır. Yani devletin işbirlikçisi olacaktır.

Birinin boğazına sarılıp sıkan bir saldırganın bu saldırganlığına son vermesi için muhatap aramasına gerek yoktur; bırakması, vazgeçmesi yeterlidir. Ama saldırgan muhatapsız boğazı sıkmaktan vazgeçmiyorsa, belli şartları var demektir.

Saldırgan, “serbest bırakırım ama bir daha konuşmayacak, bu sokaktan geçmeyecek” gibi şartlarını kabul ettirdikten sonra mağduru serbest bırakıyorsa, şartların yerine getirilmesinden muhatap sorumluluk almış demektir.

Aynı şekilde devlet de, “çözüm” adına atacağı adımlar için bazı şartlar ileri sürecektir; şartlarının yerine getirilmesinde muhataba sorumluluk yüklemek isteyecektir.

Muhataba bu kadar olumsuz bir misyon biçilmişken, birilerinin muhatap olmak için çırpınması düşündürücü ve aynı zamanda ciddi bir kişilik sorunudur.

Denilebilir ki, son yirmi yılda PKK/HDP yöneticilerinin tüm çabaları bir tek şeye odaklanmıştı; bu da Öcalan’ın muhatap olarak devlet nezdinde kabul görmesiydi.

Öcalan’ın ‘benmerkezci’ kişiliği, Kemalizm savunusu ve PKK/HDP yöneticilerinin, ‘bölgede (Kuzey Kürdistan) laikliğin/birliğin güvencesiyiz’ gibi söylemleri de bir arada değerlendirildiğinde, neden muhatap olmak için bu kadar çırpınıldığı da daha iyi anlaşılır.

Devlet katında ‘kabul’ görmeyi bir ödül olarak görenler, devletin çıkarlarını en iyi şekilde temsil edeceklerdir kuşkusuz.

24 yıl önce söylenen ‘devlet için hizmete hazırım’ sözü ile bugün ısrarla muhatap gösterme arasında bir tutarsızlık yoktur. Tam tersine örtüşme vardır ve bu noktada gerek Abdullah Öcalan gerekse Selahattin Demirtaş, Leyla Zana ve Ahmet Türk gibiler de oldukça tutarlı(!) davranmaktadırlar.

Hem devletin kendilerine (muhataba) yükledikleri misyonun bilincindedirler hem de bu misyonu en iyi kendilerinin yerine getireceklerine inanmaktadırlar. Bu noktada haksızlık yapmamak gerekiyor Öcalan ve anlayışına. Devletin, onlardan daha iyi muhatap bulması mümkün değildir.

PKK/HDP dışında kalan ve Kürdistan politik yaşamında (artı-eksileriyle) uzun zamandan beri söz sahibi olmaya çalışan bazı politik aktörlerin de muhatap olma hevesi dikkat çekicidir. Adeta (tabansız) tek başlarına birer parti/örgüt olan bu aktörler, bütün kirliliklerin kaynağının devlet olduğunu unutarak/unutturmaya çalışarak, devlete hoş görünmek adına “kirlenmemiş, temiz Kürd demokrat” görüntüsüyle muhatap olma heveslerini gizlemiyorlar.

Muhatap alınmanın Kürd sorunundan/çözümünden daha önemli olduğu bir süreç yaşanıyor ne yazık ki.

Samimi, dürüst insanlar için aslolan şiddetin sona ermesi ve Kürd sorununun çözülmesi olmalıdır kuşkusuz. Bunun gerçekleşmesi için de kimin muhatap alınacağı sorun olarak görülmemelidir.

Muhatapsız çözüm, devletin katliamlarla, soykırımlarla dolaysız yüzleşmesi; yüz yıllık asimilasyon ve inkâr politikalarını itiraf etmesi demektir. Gerçek çözüm de budur. Muhatap alınma hastalığına yakalananlar, kendilerini sorunun önüne koyarak sorunun “muhatapsız çözülmesine” engel olmaktadırlar. Bu yaklaşım, devlet içinde hakim bir anlayış olan “Kürd sorununu çözmeme” politikalarına hizmet etmekten başka bir anlam ifade etmiyor.

Amaç ile aracın yer değiştirdiği bir süreçte, gerçek sorunu unutturmamak ve gerçek amacın hafızalardan silinmesine izin vermemek için “amaç nedir” sorusunu ısrarla sormamız gerekiyor.

Amaç “sorunu” çözmek mi, yoksa birilerinin gelişmiş egolarını tatmin etmek mi?

Süleyman Akkoyun

Diğer Haberler