Abdullah Öcalan Aklanamayacak Kadar Kirlidir!

Abdullah Öcalan Aklanamayacak Kadar Kirlidir!

Kötüyü iyi, yanlışı doğru, cellâdı hümanist, haini kahraman gösterme ya da tersini yapma noktasında oldukça marifetli olan TC sistemi, gerçeği çarpıtarak yarattığı toplumsal yanılsamadan yararlanarak egemenliğini sürdürebilmektedir. Koçgiri, Piran, Dersim gibi katliamların/soykırımların baş mimarı olan M. Kemal’in “yurtta sulh cihanda sulh” sözü küçük beyinlere kazınarak tarihin gördüğü en gaddar diktatörden “barışsever” bir kişilik yaratabiliyor.

Bir ilköğretim öğrencisinin (şayet ailesi gerçekleri özellikle işlememişse) M. Kemal’e dair düşünceleri sorulursa, katliamcı, en yakın arkadaşını komplolarla tasfiye eden ırkçı bir diktatör cevabını alamayız; yani gerçeği söyletemeyiz. Tam aksine öğrenciden duyacağımız sözler, gerçekle ilişkisi olmayan, ‘kahraman, barışsever, hümanist, fedakâr v.s…’ ve bulunabilecek bütün olumlu özellikler olur. Bu yalanları doğru olarak kabul ederek şekillenen kişilikleri, doğrular konusunda ikna etmek sanıldığından daha da zordur!

Türkleri M. Kemal konusunda istediği gibi yanıltmayı/şekillendirmeyi başaran TC, tüm çabalarına ve yalanlarına rağmen (etkilerini hâlâ yaşadığı için belki de) Kürdistan halkını bu konuda ikna etmeyi başaramadı.

Kürdler, M. Kemal’i gerçek niteliğiyle tanıdığı için hiçbir zaman özgürlük mücadelesinden vazgeçmedi. Bunu gören devlet, çözümü, M. Kemal’in ‘Kürd versiyonunu’ yaratıp piyasaya sürmekte buldu. Son 40 yılda Kürdistan’da yaşanan tahribatlara bakıldığında Devletin amacına ulaşmada başarısız olduğunu söyleyemeyiz.

Öcalan’ın ihanet dışında yorumlanamayacak duruşuna rağmen, hâlâ azımsanmayacak bir kitle tarafından Kürdlerin özgürlüğünün taşıyıcısı olarak görülmesi, kuşkusuz devletin yarattığı ‘Kürd M. Kemal’ projesinin sonucudur.

Devletin yıllarca, “terörist başı”, “bebek katili”, “kırk bin kişinin katili”, “vatan haini” dediği Öcalan, devlete yaptığı ve yapacağı hizmetlerden dolayı farklı sıfatlara ihtiyaç duymaktadır.

Bu nedenle, son yıllarda devlet/devletçiler tarafından inceden inceye işlenen konu, ‘Öcalan’ın aslında barışsever ve hümanist olduğu, yaşanan olumsuzluklarda pay sahibi olmadığı, olumsuzlukları yaratanlarla mücadele ettiği’ düşüncesidir. PKK içinde binlerce yurtsever kadronun ölüm emrini veren, PKK dışında kalan devrimci/yurtsever Kürdlerden yüzlercesinin katlinden sorumlu olan Öcalan, PKK sayesinde Kürdleri canavar olarak dünya kamuoyuna sunduktan sonra, “hümanist”, “barışsever” bir makyajla tekrar Kürdlerin başına bela edilmeye çalışılıyor. PKK’nin gerçekleştirdiği ve bizzat Öcalan’ın talimat verdiği bazı eylemlerde ‘Günah keçileri’ bulunarak kendisi aklanmaya çalışıldı; köy baskınlarında kadın-çocuk katliamlarının Cemil Işık/Hogir’e, 33 Asker Olayı’nın da Şemdin Sakık’a yüklenmesi gibi…

Öcalan’ı aklama çabasında, etrafındaki Kemalist ve rantçı çete ile birlikte devlet/devletçiler, yani Öcalan’a düşman(!) olanlar de aktif bir rol oynadılar…

2011’de Cengiz Kapmaz tarafından piyasaya sürülen ‘Öcalan’ın İmralı Günleri’ adlı kitap yoğun olarak tartışıldı. Hem kitapta öne çıkan hem de piyasada bilinçli olarak tartıştırılan konular, tamamıyla Öcalan’ı hümanist göstermeye zemin hazırlama amacı taşımaktaydı…

Kitapta yer alan ve daha önce de bilinen, ‘Tansu Çiller’i öldürme’ ihalesi ile “savaşı tırmandırın önerisi” en çok tartışılan konular olmuştu.

Tansu Çiller’i öldürme teklifini reddettiği ve savaşı tırmandırma önerisine sıcak bakmadığı işlenerek Öcalan’ın, kitlelerde, “yapıcı, barışsever, hümanist” bir görüntü vermesi amaçlanmaktaydı.

Bu iki olayda da can alıcı nokta tartışılmadı ve gözden kaçırıldı.

Devlet, kendi Başbakanının öldürülmesi ihalesini ve kendisine(!) karşı savaşılması önerisini rastgele birilerine verecek kadar aptal değildir. Bu tür ihaleler ve öneriler, devletle organik bağı olanlar, devlet politikalarına hizmet edenler ve devletin gayri resmi elemanları dışında bir başkasına verilmez. Devlet en çok güvendiği ve sadakatinden şüphe duymadığı insanlara/oluşumlara bu tür ihaleleri verirken, sorumlular yakalansa da devlet şaibe altına girmesin ve zarar görmesin anlayışından hareket ediyor.

Evet, devlet Öcalan’a “hümanist”, “barışçı” bir kimlik kazandırmak için ne kadar çabalarsa çabalasın, (bu olayda olduğu gibi) Öcalan’ın Kürdlere ihanetini gizleyemez bir duruma düşmüştü. Devlet/devletçiler, ‘Öcalan, Çiller’i öldürmeyi reddetti ve savaşı tırmandırmaya hayır dedi’yi işleyerek yeni bir yanılsama yaratmaya çalıştığı bilinmesine rağmen, Ulusal Sorun’a duyarlı insanlar; ‘devlet, Çiller’i öldürme ve savaşı tırmandırma önerisini götürecek kadar Öcalan’a güveniyor’u işleyip, gerçekliğin daha da görülmesini ve Öcalan’ın ihanetçi kimliğinin açığa çıkarılmasında yetersiz kaldılar maalesef…

İnsanları yanlış yönlendirmenin en etkili yollarından biri de, geçmişi unutturmak onları hafızasız bırakmaktır. Bu yöntem egemen güçlerce genel olarak Ortadoğu coğrafyasında özel olarak da Kürdistan’da hep hayata geçirildi. Hafızası silinen insanlar, bir olayın başlangıç nedenlerini ve geçirdiği evreleri unutarak sadece final kısmına bakarak değerlendirme yapmaya alışmış oluyorlar.

Geçmişle birlikte bu günü anlamlandırabilmek akıl-mantık ile olanaklıdır. Akıl-mantık devre dışı kalınca ve sadece olayların son perdesine bakıp değerlendirme yapınca duygular etkili olur. Bunu bilen kurnaz egemenler; final bölümünde hep “mağdur”u oynar veya oynatırlar. Çünkü sadece duygularıyla olayları değerlendirenler final bölümüyle sınırlı bir bakış açısına sahiptirler ve bu nedenle de “mağdur”lardan etkilenirler…

Öcalan’ı yeniden keşfetme çabasına girenlerin amacı, yeni bir makyaj ve yeni bir rol ile Öcalan’ı yeniden piyasaya sürmektir. Bu işin mimarlığını üstlenenler; son kırk yıllık tahribatı unutturmaya, dahası yaşanan bunca tahribatı bir kazanımmış gibi sunmaya çalışırken, duygu sömürüsü başta olmak üzere her yola başvurmaktadır.

Ancak, ne devletin ne de başka birilerinin Kürdistan halkına “lider” ısmarlama, ikinci bir ihanet anlayışını benimsetme ve Öcalan’a makyaj yapıp tekrar piyasaya sürmesine fırsat verilmemelidir.

Geçmişte Öcalan ve anlayışına karşı gerekeni yapmayanlar bu gün yaşanan olumsuzluklarda pay sahibidirler. Bu gün gereken tutumu yine sergileyemezlerse, gelecekte yaşanacak tahribatlarda/ihanetlerde daha çok pay sahibi olacaklardır. Üstelik bu defa ‘hata’, ‘yanışlık’, ‘görememe’ gibi basit sözcüklerle geçiştiremeyeceklerdir. Bunun adı suç ortaklığı olacaktır.

Öcalan şahsında hayata geçirilen birinci ihanet projesinin yarattığı tahribatların etkisi olanca şiddetiyle kendisini hissettirirken ve bu sürecin bir envanteri çıkarılıp hesap vermesi gerekenler hala hesap vermemişken, ikinci bir ihanet projesine dolaylı/dolaysız katkı sunacak olanlar tarih önünde hesap vermekten ve mahkûm olmaktan kurtulamayacaklardır.

Özgür bir birey olarak, yıllardır yaratılan toplumsal yanılsamaya karşın, gerçekliğin olduğu gibi görülmesi, Öcalan ve benzer ihanetçilerin kendi kimlikleriyle tanınması için ısrarcı olduk. Ve birçok danışıklı eylemi, ihale usulü ve sipariş üzerine devlet tarafından PKK’ye veya PKK tarafından devlete havale edilen eylemlerin deşifre edilmesine önayak olduk; Musa Anter cinayetinde olduğu gibi…

Ulusal Demokratik Güçler; artık orta yolcu politikalardan vazgeçmeli ve her türlü şantaj, tehdit ve baskıya karşın, hem devlet hem de devlet tarafından piyasaya sürülerek kirli politikalarını hayata geçirme işlevi gören Öcalan ve tarikatına karşı net bir tutum almalıdırlar. Aksi bir tutum, yani orta yolcu politikalar, Ulusal Demokratik bir güç olma iddiası ile çelişir ve inandırıcı olamazlar…

Süleyman Akkoyun

Diğer Haberler