Diyarbakır’da düzenlenen “Dünden Bugüne Kürtler” panelinde konuşan sosyolog-yazar İsmail Beşikçi, Kürdistan’ın sömürge bile olmadığını, bu yüzden Kürtler için çok ağır bir durum söz konusu olduğunu söyledi. Yazar Fuat Önen de, Türkiye’de devletin beka meselesi denildiğinde “Kürt halkının varlığından” bahsedildiğini belirtti.
Ciwanên Netewî yên Kurdistanê – Kürdistan Ulusal Gençliği (CNK) tarafından Diyarbakır’da Mitanni Otel’de düzenlenen “Dünden Bugüne Kürtler” başlıklı panele ünlü sosyolog İsmail Beşikçi ve aydın yazar Fuat Önen konuşmacı olarak katıldı.
Mürsel Ekici’nin moderatörlüğünü yaptığı panelde ayrıca çok sayıda aydın, siyasetçi ve konuk da yer aldı.
“20’inci yüzyıl başlarında Kürtler ve Kürdistan” başlıklı panelin ilk bölümünde konuşan İsmail Beşikçi, Sykes–Picot’un Kürdistan’ın bölümüp parçalanması ve parçalanması konusunda önemli bir anlaşma olduğuna dikkat çekti.
“Neden Kürdistan kurulmamıştır?”
İngiltere ve Fransa arasında Mayıs 1916’da yapılan anlaşmaya aynı yıl Ekim ayında Rusya’nın da katıldığını anlatan Beşikçi, “Bunun kağıt üzerinde yaşama geçirilmesi 24 Temmuz 1923 Lozan Anlaşması ile oluyor. Sykes–Picot Anlaşmasına göre İngiltere’ye bağlı olan Irak, Ürdün ve Filistin mandaları kuruluyor. Fransa’ya bağlı olarak da Suriye ve Lübnan mandaları kuruluyor. Böylece Osmanlı İmparatorluğunun Mezopotamya’daki ve Ortadoğu’daki toprakları paylaşılıyor. Burada önemli soru şu; neden Kürdistan kurulmamıştır? Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan, Filistin mandaları yanında neden bir Kürdistan mandası kurulmamıştır? Kaldı ki aynı dönemde örneğin 1918-19 yıllarında Kürdistan’ın güneyinde Şeyh Mahmut Efendi İngiltere’ye şunu söylüyordu; ‘Ben Kürdistan Kralıyım, beni Kürdistan Kralı olarak tanı.’ Dönemin emperyal devletleri İngiltere ve Fransa, değil Mahmut Efendiye bir Kürdistan kurmayı, sömürge bir Kürdistan bile düşünmediler.”
1920’li yılların “Ulusların kendi kaderini belirleme hakkının” en çok tartışıldığı bir dönem olduğuna dikkat çeken Beşikçi, ABD’de Başkan Wilson, Sovyetler Birliği’nde Lenin, Stalin, Troçki’nin ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı konusunda önemli konuşmalar yaptığını, bu ilke çerçevesinde Kuzey Afrika, Ortadoğu ve güney doğu Asya’da önemli çabalar olduğunu hatırlattı.
“Kürtler ve Kürdistan sömürge bile değil”
“İşte böyle bir dönemde Kürdistan bölündü, parçalandı, bölüşüldü” diyen Beşikçi, şöyle devam etti:
“Bu Kürtler ve Kürdistan için çok önemli bir olay. Bir insanın iskeletinin parçalanması, beyninin dağılması gibidir. Beyni dağılan insan yaşar mı? Bugün 50 milyon nüfusuna ve Kürdistan diye bir ülkede yaşıyor olmasına rağmen Birleşmiş Milletler gibi, İslam Konferansı gibi uluslararası örgütlerde temsilci sahibi değildir. Bu örgütlerde temsil edilmiyor. Halbuki BM’de nüfusu 1 milyonun altında belki de kırk devlet vardır. İslam Konferansı’na 57 devlet üyedir. Bunların içerisinde nüfusu bir milyonu bile bulmayan devletler vardır. Örneğin Körfez ülkeleri, Kuveyt, Bahreyn, Katar gibi ülkelerin nüfusu bir milyonun altındadır. 27 üyeli Avrupa Birliği’nde örneğin Kıbrıs, Malta, Lüksenburg gibi ülkelerin nüfusu bir milyonun altındadır. AB’de Kürtlerin nüfusundan fazla nüfusa sahip dört devlet vardır. Almanya, Fransa, İtalya ve İspanya. Kürtler bu kadar büyük nüfusa sahip olmasına rağmen neden devlet sahibi olmamış? Bu çok önemli bir sorudur.
1920’lerde Kürtlerle ilgili, Kürdistan’ın aleyhine çok olumsuz bir imaj oluşturulmuş Avrupa’da. Bu imaj nasıl oluşturulmuş bu önemli. Ulusların kendi kaderini tayin hakkının en çok tartışıldığı bir dönem ama Kürdistan bu dönemde parçalanmış, bölünmüş ve paylaşılmış. Kürdistan ve Kürtlerin durumunu genel olarak sömürge olarak tanımlıyoruz. Aslında Kürtler ve Kürdistan sömürge bile değil. Keşke İngiltere’ye veya Fransa’ya bağlı sömürge olsaydı.”
“Kürdistan ilanihayet bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış”
Bu konuda Afrika’daki sömürgeler ile Kürdistan’ın durumunu karşılaştıran Beşikçi, 16’ıncı yüzyılda Avrupa ülkelerinin Afrika’yı işgal edip sömürgeleştirdiğini ve koloniler şeklinde paylaştığını dile getirdi.
1886’da İngiltere, Fransa, İtalya, Holanda ve diğer sömürgeci devletlerin bir araya gelerek Berlin’de bir anlaşma yaptığını, Afrika’da hangi ülkenin hangi devletin sömürgesi olacağına karar verdiğini belirten Beşikçi, “Bakıyorsunuz Afrika’da sömürge olan ülkelerin her birinin belirli bir sınırı var. Ama Kürdistan’ın bir sınırı bile yok. Yani sömürge dediğimiz zaman burada bir kimlik vardır. Sömürge bir statüdür. Kenya İngiltere’nin bir sömürgesidir. Kenya’nın bir statüsü vardır. Cezayir Fransa’nın sömürgesidir. Cezayir’in bir statüsü var. Her bir sömürgenin sınırı var, farklı bir halkı var ama sömürge valiler tarafından yönetiliyor. Ama Kürdistan’a baktığımızda böyle bir sınır yok. Zaten Kürdistan diye bir yer yok, Kürt diye bir millet yok deniyor. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı değişik ülkelerde hayata geçiyor ama Kürtler bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış ve her parçası ayrı ayrı yok edilmek üzere” diye konuştu.
Sömürgecilerin belirli bir aşamadan sonra bağımsızlığına kavuşma hakkına sahip olduğunu ifade eden Beşikçi, “Ama Kürdistan bölye değil. Kürdistan ilanihayet bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış her bir parçası da sonradan Irak’ın Suriye’nin ve diğer devletlerin denetimi altına girmiş ve bu böyle sürüp gidecektir” dedi.
İsmail Beşikçi, 1960’ta BM Genel Kurulu’nun sömürgelere ve sömürge halklara bağımsızlık bildirgesi yayınladığını, sömürgelerin baskı ve zulüm ile yönetildiğini, bu baskı altında ekonomik, toplumsal, kültürel gelişme olmadığı için bağımsızlık verilmesine karar verildiğini hatırlattı.
Beşikçi, şöyle devam etti:
“2’inci Dünya Savaşından sonra sömürgeler yavaş yavaş bağımsızlığına kavuşuyor. Bugün Afrika’da 57 devlet vardır. Bunlardan sadece dört ülkede silahlı mücadele ile bağımsızlık kazanılmıştır. Diğerlerinde anayasal yollarla bağımsızlık kazanılmıştır. Kenya Ulusal Kurtuluş Cephesi veya Tanzanya Ulusal Kurtuluş Cephesi İngilizlere şunları isteriz diyor. İngiltere’de diyor ki taleplerinizden şunları kabul etmiyoruz ama şu konuda oturup konuşabiliriz diyor. Bir açık kapı bırakıyorlar. Bir buçuk, iki yıl sonra İngiltere’den ayrılıyor. Sadece dört ülkede silahlı mücadele var. Angola, Gine, Mozambik ve Fransız sömürgesi Cezayir’de silahlı mücadele var. Şöyle düşünelim; baskı ve sömürü okyanus aşırı sömürgelerde mi daha yoğundur, bitişik sömürgelerde mi? Anavatanın bitişiğindeki bir sömürgede mi? Tabi durum çok açık. Portekiz ile Angola, Mozambik, Gine Bisao arasında 18 bin 20 bin km mesafe var. Askeri araç gereçlerde eksiklik olduğu zaman sizin bu mesafeyi aşıp eksikleri gidermeniz her zaman mümkün olmuyor. Bu şu anlama geliyor; Portakiz’in sömürgesidir ama Portekiz orada ülkenin her tarafına baskı ve zulüm geliştiremiyor. Sadece okyanusa yakın kıyı bölgelerde koloniler geliştirebiliyor. Diğer bölgelerde sömürge baskısı, zulmü hissedilmiyor.
Halbuki Kürdistan’a baktığımızda, örneğin Irak’ın kuzeyi, Kürdistan’ın güneyi Irak’a bitişik bir bölge. Bağdat’tan kalkan bir uçak yarım saatte Kürtleri bombalayabiliyor, köyleri vurabiliyor. Kaldı ki, Saddam Hüseyin dönemini düşünelim; Irak ordusunun önemli bir karargahı da Musul’da, yani Kürdistan’ın içerisindedir. Baskı ve zulüm bitişik sömürgelerde çok çok daha yoğundur. Örneğin 16 Mart 1988’de Halepçe’de bir soykırım yaşandı. Halepçe bir doruk noktasıdır. 1983’ten başlayarak Saddam Hüseyin Kürdistan’ın çeşitli bölgelerini yakıp yıkıyor, insanları sürgün ediyor. Burada şunu anlatıyorum; 1960’ta BM Genel Kurulu’nun sömürgelere ve sömürge halklara bağımsızlık bildirgesi deniz aşırı sömürgeler içindir. Yani bildirge bitişik sömürgeleri gündeme getirmiyor.”
“Dünyanın siyasal çehresi değişti ama Kürdistan’da hiçbir şey değişmedi”
“Bu 1920’lerde kurulan Anti-Kürt bir dünya nizamıdır” diyen Beşikçi, Milletler Cemiyeti’nin uluslararası ihtilafları barış yolu ile çözmek için kurulduğunu anımsattı.
Milletler Cemiyeti’nin Kürdistan ile ilgili tutumuna da anlatan Beşikçi, “Tabii şunu görüyoruz Milletler Cemiyeti uluslararası barışı kuramadı. Örneğin 2’inci Dünya Savaşı’nın gerçekleşmesine engel olamadı. Batılı devlet adamları uluslararası barışı korumakla görevli olan devlet adamları zaman zaman görüşüyorlardı birbirleriyle. Millet Cemiyeti’ni zaaflarından arındıralım yeni bir örgüt kuralım dediler. İşte 1945’te Birleşmiş Milletler kuruldu. Dünyanın siyasal çehresinde çok büyük değişimler oldu. Ama Kürdistan’da hiçbir şey değişmiyor. 1920’lerde kurulan Anti-Kürt Dünya Nizamı aynen devam ediyor. Buna paralel olarak bölgesel Anti-Kürt Nizam gelişiyor. Bu Kürtler ve Kürdistan için çok daha ağır bir durum” ifadelerini kullandı.
Kürdistan ve Kürtlerle ilgili 1920’lerden sonra temel gelişmenin bu olduğunu belirten İsmail Beşikçi, “Bugün hükümetler Kürt sorununu gündemden düşürebilmek için İslami ideolojiyi çok yoğun bir şekilde kullanıyorlar. Örneğin Kur’an kurslasını İmam Hatipleri hızlı bir şekilde hayata geçiriyor. Bunun önemli bir nedeni Kürtler ve Kürdistan meselesini gündemden düşürmek” dedi.
“Türkiye’de fikriyat yok”
Yazar Fuat Önen de “Kürdistan’da siyaset tarzı” başlıklı bölümde, Türkiye’de hakim fikriyattan bahsetti.
Yusuf Akçura’nın 1904’te Mısır’da yayımlanan “Türk” adlı dergide bir makalesinin çıktığını ve bu makalede “Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük” şeklinde üç siyaset tazından bahsettiğini belirten Önen, “Başlığına baktığınızda bu makalede fikri bir meseleden bahsettiğini sanırsınız. Mesela İslamistim diyen birinin İslam’ı övmesini beklersiniz veya biri Türkçüyüm ders toplumu bu fikriyat üzerinden örgütleyelim demesini beklersiniz. Ama Yusuf Akçura’nın derdi bu değil. Makalesi ne Osmanlıcılık, ne İslamcılık ne de Türkçülüktür. Onun derdi Osmanlı’ya bir millet oluşturmaktır. Kendisi Tatardır, Avrupa’yı gezmiştir, kendisini akademisyen olarak tanıtır ama makalesi akademisyenlikten uzaktır. Bu devlete bir millet oluşturalım ama nasıl? Osmalı mı, İslami mi, Türk mü diye soruyor. Osmanlıcılık dönemi bitti, millet ya İslamist yada Türk olmalı diyor. Bu iki husus üzerinde soruyor; aydınlarımız hangisini tercih edecek. Burada şunu söylemek istiyorum; Türkiye’de fikriyat yok. Egemen Türk fikriyatı fikriyat değil. Bir hedefler var o da devlettir. Devleti ayakta tutalım ve bu devlet için bir millet oluşturalım. Bu fikriyat Mustafa Kemal’den Tayyip Erdoğan’a kadar devam ediyor” dedi.
Mustafa Kemal’in cumhuriyetin kuruluşundan önce ilk olarak saltanatın ayakta kalması için çalıştığını ve Kürt şeyh ve mollaların elini öptüğünü, ancak 1924’ten sonra Avrupalı, medeni, laisist, modernist bir devlet adamına dönüştüğünü ifade eden Önen, “Onlar açısından aynı kişi hem modernist, hem İslamist hem de laist olabilir. Bu fikirlerin doğru olup olmadığı onlar için önemli değil, çünkü bir fikriyatları yok. Bugün de egemen devlet inancına baktığımızda fikri ekole sahip bir parti göremiyoruz. Örneğin biz AKP’ye ne liberal demokrat, ne muhafazakar demokrat, ne de Osmanlıcı diyemiyoruz. CHP’nin adı sosyal demokrat ama sosyal demokrasi ile bir alakası yok. Türkler kendilerini devletle güçlü görüyor. Bu devlet ayakta kalsın diye hangi ideoloji, hangi fikir hesaplarına gelirse onu öne çıkarıyorlar” ifadelerini kullandı.
Kürtlerin daha sonra Serbesti Dergisi’nde ve yazar Malmusanij’in kitabında Yusuf Akçura’nın bu makalesine yanıt verdiğini anlatan Fuat Önen, “Cevap şu; Osmanlı halkı kurmak istiyorsanız Kürtler her şeyden önce Kürt’tür ve bu inançları değişmez. Halkımız da Müslümandır ama yine her şeyden önce Kürt’tür ve bu değişmez. Türkçülük için de, 400 yıldır birlikte yaşıyoruz, bizi inkar etmeseler onları sevebiliriz ama bu noktada da Kürtler her şeyden önce Kürt’tür bu inanç değişmez” dedi.
Fuat Önen, ulus-devlet tartışmalarında sıra Kürtlere geldiğinde “Ulus-devletin zamanı geçti” denildiğini söyledi.
1920’lerde ulus-devlet tartışılırken asıl amacın devlete bir ulus yaratmak olduğunu ve bu nedenle ulus-devlet değil de devlet ulusu yaratıldığını belirten Önen, “Türkler de bu modernist düşüncenin Avrupa’da egemen olduğunu görünce kendilerine bir devlet ulusu yaratmak istedi. 1920’den 1970’e kadar bugün Türkiye denen coğrafyanın nüfusu 13 milyondur. Bunun 5 milyonu son 50 yılda gelen göçmenlerdir. Devlet eliyle bu azınlık için bir devlet kurmak istemişler. Bu nedenle Türk fikriyatı yok, Türk siyaseti var” diye konuştu.
“Beka meselesi dediklerinde Kürt halkının söz ettiklerini anlıyoruz”
Sultan Nur’un yabancı ve Kürtlerin pislik olarak gördüğünü bu yüzden bu iki kavmin dilinden ve kavminden tecrit edilmesini savunduğunu belirten Önen, böyle bir şeyin de sadece soykırım ile mümkün olacağını ifade etti.
“Bu nedenle Türkiye’nin son 100 yılda izlediği politika soykırımcı bir politikadır” diyen Önen, bu topraklarda yaşayan Laz, Süryani, Rumların dönemsel soykırımlarla ortadan kaldırıldığını, tek engelin Kürtler kaldığını söyledi.
Önen, “Beka meselesi dediklerinde Kürt halkının ve Kürdistan’ın varlığından söz ettiklerini anlıyoruz. Türkiye bu 100 yılda sadece Kürdistan’a karşı savaşmıştır. Son yıllarda Suriye ve Libya’ya asker göndermişler. ABD için Kore’ye bir birlik göndermişler, Kıbrıs’a çıkarma yapmışlar ama diğer tüm savaş Kürtlere karşıdır. Kürtlere karşı bir fobileri var diyorlar ama bu fobi meselesi değil. Bir halkın ve ülkenin varlığını ortadan kaldırmak soykırımdır. İster silahla olsun ister diğer yollarla” değerlendirmesinde bulundu.
Kürtlerin binlerce yıldır bu topraklarda yaşadığını anlatan Fuat Önen, Kürtlerin devlete karşı mücadelesinin de kendi varlığını koruma temeline dayandığını belirtti.
Fuat Önen, Türkiye’nin “staratejik konum” dediği şeyin aslında Kürdistan’ın stratejik konumu olduğunu vurgulayarak, “Bu nedenle Kürt meselesini beka meselesi olarak görüyorlar ve bunu hayati görüyorlar” dedi.
Kürtler içerisinde siyasi tarzlar hakkında da konuşan Önen, bir kesimin devletlerin mevcut sınırları içerisinde çözüm aradığını söyledi. Bu kesimin de ikiye ayrıldığını, bir kısmının demokratik çözüm, diğer kesimin ise federalizm ve otonomi temelinde bir çözüm istediğini anlattı.
Diğer bir siyaset tarzının ise bağımsızlığı desteklediğini ifade eden Önen, Güney Kürdistan’da belirli bir sınırın olduğunu, Doğu Kürdistan’da da geçmişte bu konuda bir tartışma olduğunu belirtti.
Önen, “Devlet sınırları içerisinde çözüm arayan siyasetin sonu geldi. Önümüzde ayrılıkçı siyaset için hazırdır. Gençlerimiz bundan ders çıkarmalı. Siyasetimiz çok karmaşık değil. Üç çizgidir. Biz bir milletiz, bir ülkemiz var ve bu millet bu ülkede devlet sahibi olacak” diyerek sözlerini noktaladı.
Kaynak: Rudaw